24 Ekim 2024

​Yusuf'un köftesi

  

                Ekim ayı başında, internette bir söylenti dolaşıma girdi. Söylentiye göre bir köfteci zincirinde yapılan denetimlerde domuz eti tespit edilmişti. Ancak bu köftecinin isminin gizlendiği yazılıp çiziliyordu. Sosyal medya mecralarında, kimileri, zincirin “Köfteci Yusuf” olduğunu yazıyorlardı. Söylentiler gitgide arttı ve sonunda mezkûr köfteci zincirinin, Ankara’nın iki ayrı ilçesindeki şubesinden, Şubat 2024’te alınan numunelerde domuz eti tespit edildiğine dair resmi belgeler sosyal medyada yayımlandı. Ortalık bir anda toz duman olmuştu.

                Denetim raporlarının sızmasından birkaç gün sonra, Tarım Bakanlığı, söylentiye konu olan denetim sonucunu kendi internet sitesinde yayımladı. Birkaç gün sonra da Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bir gazetecinin sorusu üzerine: Sözünü ettiğiniz köftecideki denetimde Ankara’da iki şubede uygunsuz gıda tespiti yapılıyor. Savcılığa suç duyurusunda bulunuluyor. İtiraz süreçleri oluyor. Mahkeme, bakanlığımızın kararını önce iptal ediyor, bakanlık tarafından bu karara itiraz edildiğinde bu kez itirazlar kabul ediliyor. Yargı süreci tamamlandığında ve kesinleştiğinde de bu denetim raporu yayımlanıyor. Bakanlığımızın yapmış olduğu idari işlemler de yargısal denetim altındadır. Herkesin de kendini savunma hakkı bulunuyor. Netice itibarıyla mahkeme nihai kararı veriyor, bakanlık da denetimin sonucunu yayımlıyor. Bu denetimlerimiz devam edecek, devam ediyor.” Şeklinde acıkma yaptı.

                Bir köfteci ile ilgili denetim sonucu hakkında Sayın Cumhurbaşkanının açıklama yapmış olmasının calibi dikkat olduğunu ifade etmeliyim. Bunun üzerine birçok spekülasyon yapılıyor olsa da,  yaklaşık 280 şubesi bulunan “Köfteci Yusuf” markalı firmanın, yemek piyasasında edinmiş olduğu yeri göstermesi bakımından oldukça anlamlı buluyorum. Yoksa bu açıklamayı Tarım Bakanı ya da her hangi bir bakanlık yetkilisi yapabilirdi.

                Köfteci Yusuf’un iki şubesindeki denetim sonucunun açığa çıkması üzerine sosyal medyada ilkin bir infial gözlendi. Firmaya ve sahibine lanet yağdıranlara, firmanın müşterilerinin ağırlıkta muhafazakâr kesimden olması hasebiyle bu kesime istihza ile göndermelerde bulunanlara, bu durumu fırsat telakki edip iktidara karşı cepheden saldırıya geçenlere şahit olduk. Bununla beraber İslamcı/muhafazakâr kesimden “Zaten İsrail’i destekleyen firmaların ürünleri ile boykot çağrılarına kayıtsız kalmışlardı, oh olsun!” kabilinden paylaşımlar da dikkati çekti.

                Ardından sosyal medya zeminlerinde Köfteci Yusuf’u tanırım, böyle bir şey yapacak birisi değil; vakıflara, öğrencilere şöyle şöyle yardımlar yapıyor!” şeklinde paylaşımlar gezinmeye başladı. Ardından, aslında olan bitenin, uluslararası firmaların “yerli ve milli” bir markayı batırmak için kurdukları bir komplodan başka bir şey olmadığına dair paylaşımlar devreye girdi. Bunlardan bence en dikkat çekici olanı  “Yusuf’u kuyuya atıyorlar!” şeklinde olanıydı.

                Haber sitelerine göre, “Köfteci Yusuf”un şubeleri, bakanlık açıklamasının ertesi birkaç günde neredeyse tamamen boş kalmıştı. Ancak birkaç gün içinde rüzgâr tamamen tersine döndü. Bu kez sosyal medya hesaplarında, Yusuf’a kurulduğu düşünülen komployu boşa çıkarmak için yemek yemeye gidenlerin, yaptığı paylaşımlar yaygınlaşmaya başladı.

                Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın meseleye dair açıklama yapmış olması ve mezkûr işletmenin sahibi Yusuf Akkaş’ın “Siyasi ilişkilerim olsa da bu kadar kolay dokunamazlar diye düşünüyorum. Yabancı firma olsaydık bize bu kadar kolay dokunulamazdı. Ben bir garip kuşum.” şeklinde açıklamalar yaparak denetim raporundaki sonucun nasıl ortaya çıktığını bilmediğini söylemesi ve bunun bir komplo olduğunu işaret etmesinin ardından, özellikle muhalif kesimden “Köfteci Yusuf’a büyük bir rağbet gözlemledik.

                Söylentilerin dolaşıma girmesi sonrası anlıyoruz ki, daha evvelce kimi yerli/yabancı şirketler ve bazı mafya yapılanmaları Köfteci Yusuf’a tabiri caiz ise çökmeye çalışmışlar. Anlayacağınız mesele oldukça girift ve işin içinde işler var.

                Bütün bunları neden yazıyorum. Ülkemizde ve bölgemizde o kadar büyük meseleler varken ve sıkıntılar gittikçe daralan bir çember gibi bölgemizi bunaltıyorken bir köfteci zinciriyle ilgili mevzu çok mu önemli? Sonuçta firmanın ürünleri ile ilgili kalbi mutmain olanlar, iddiaları önemsemeyenler ya da iddialarla ilgili hassasiyeti olmayanlar müşteri olmaya devam eder. Firmanın ürünleriyle ilgili kalbi kani olmayanlar, iddiaları ciddiye alanlar ve ya iddialarla ilgili hassasiyeti olanlar müşteri olmazlar. Bu herkesin kendi bileceği bir husustur. Bu kadar toz duman arasında, olan bitenin ne olduğunu, politik yaklaşımların gölgesini sıyırıp salim olarak tespit etmek oldukça zor. Ancak bu kabil bir şirketin, sonuçlarını hesap etmeden böyle bir riski alması bana makul gelmiyor.  Cari ekonomik düzenin diliyle ifade edecek olursak: Bu çapta bir büyüklüğe erişmiş bir işletmenin iki şubesi üzerinden böyle bir riski alması, müşteri kitlesinin özelliklerini de nazarı dikkate aldığımızda, rasyonel bir davranış değildir.

                Yazımızın sebebi olan mevzudan çıkarak genel olarak söyleyecek olursak, bu toprakların evlatları bu toprakların evlatlarına hileyle domuz eti yedirmez diyemiyoruz. Zira bu memleketin öyle evlatları bu memleketin evlatlarına, daha çok para kazanmak hırsı ile öyle şeyler yediriyor ki, şaşırıp kalıyoruz.

                Sadede gelecek olursak, bütün bunları şunun için yazdım. “Köfteci Yusuf” mevzuunda lehte ve aleyhte o kadar geniş yelpazede yazılıp çizildi ve konuşuldu. Meseleden yola çıkarak kardeşleri tarafından kuyuya atılan Hazreti Yusuf bile telmih edildi. Kendisini “Ben bir garip kuşum.” diye tanımlayan ve kuyuya atıldığı söylenen köfteci de gün gelip başımıza sultan mı olacak acep(!) Ancak ne yazık ki hiç kimse, bir kişi ya da bir şirketin ülke çapından yüzlerce hatta binlerce işletmenin sahibi olabildiği, birkaç kişi şirket ya da ailenin neredeyse bütün pazara hükmedebilecek denli ekonomik büyüklüğe nasıl sahip olabildiğine, bir idarenin nasıl buna imkân verdiğine dair bir söz söylemedi.

                Hatırlayacağınız üzere üç harfli marketlerden birisinin yetkilisi iktidara parmak sallamış, amiyane tabirle posta koymuştu. Ona bu cüreti sunan mevcut ekonomik düzenden başkası değildi. Binlerce ailenin evini geçindireceği pazarı, birkaç kişiye, birkaç şirkete ya da aileye teslim eden bu düzen ve bu düzenin milli varlığımıza yönelen tehditleri üzerine bir Allah’ın kulu tek bir kelam etmiyor/edemiyor.

                16-22 Eylül haftası Ahilik haftası idi. Anadolu’nun Müslümanlaşmasında başat rolü olan Ahilik teşkilatının, aileyi ve toplumu tahkim ederek kurmuş olduğu, azim bir ahlak temeline istinat emiş iktisadi düzeni üzerine ne yazık ki birkaç ufak programdan başka bir şey yapılmadı.

                Milli varlığımızı teşkil eden değerlerin ne idüğü ve onların nasıl ihya ve tahkim edileceği üzerine esaslı fikirler ortaya koymadıkça ve onlara sahip çıkılmadıkça milli varlığımız büyük tehlike altında demektir.

                Kapitalistin kimliği, kim olması gerektiği üzerinden yapılacak, tavuk suyuna çorba kabilinden tartışmalarla ve politik temelli tavır alışlarla hiçbir meselemiz çözülemeyecektir.

                Esas mesele budur. Gerisi lafı güzaftır.

                Vesselâm.