Yusuf'un köftesi
Ekim
ayı başında, internette bir söylenti dolaşıma girdi. Söylentiye göre bir
köfteci zincirinde yapılan denetimlerde domuz eti tespit edilmişti. Ancak bu
köftecinin isminin gizlendiği yazılıp çiziliyordu. Sosyal medya mecralarında,
kimileri, zincirin “Köfteci Yusuf” olduğunu yazıyorlardı. Söylentiler gitgide
arttı ve sonunda mezkûr köfteci zincirinin, Ankara’nın iki ayrı ilçesindeki
şubesinden, Şubat 2024’te alınan numunelerde domuz eti tespit edildiğine dair
resmi belgeler sosyal medyada yayımlandı. Ortalık bir anda toz duman olmuştu.
Denetim
raporlarının sızmasından birkaç gün sonra, Tarım Bakanlığı, söylentiye konu
olan denetim sonucunu kendi internet sitesinde yayımladı. Birkaç gün sonra da
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bir gazetecinin sorusu üzerine: “Sözünü
ettiğiniz köftecideki denetimde Ankara’da iki şubede uygunsuz gıda tespiti
yapılıyor. Savcılığa suç duyurusunda bulunuluyor. İtiraz süreçleri oluyor.
Mahkeme, bakanlığımızın kararını önce iptal ediyor, bakanlık tarafından bu
karara itiraz edildiğinde bu kez itirazlar kabul ediliyor. Yargı süreci
tamamlandığında ve kesinleştiğinde de bu denetim raporu yayımlanıyor.
Bakanlığımızın yapmış olduğu idari işlemler de yargısal denetim altındadır.
Herkesin de kendini savunma hakkı bulunuyor. Netice itibarıyla mahkeme nihai
kararı veriyor, bakanlık da denetimin sonucunu yayımlıyor. Bu denetimlerimiz
devam edecek, devam ediyor.” Şeklinde acıkma yaptı.
Bir
köfteci ile ilgili denetim sonucu hakkında Sayın Cumhurbaşkanının açıklama
yapmış olmasının calibi dikkat olduğunu ifade etmeliyim. Bunun üzerine birçok
spekülasyon yapılıyor olsa da, yaklaşık
280 şubesi bulunan “Köfteci Yusuf” markalı firmanın, yemek piyasasında edinmiş
olduğu yeri göstermesi bakımından oldukça anlamlı buluyorum. Yoksa bu açıklamayı
Tarım Bakanı ya da her hangi bir bakanlık yetkilisi yapabilirdi.
Köfteci
Yusuf’un iki şubesindeki denetim sonucunun açığa çıkması üzerine sosyal medyada
ilkin bir infial gözlendi. Firmaya ve sahibine lanet yağdıranlara, firmanın
müşterilerinin ağırlıkta muhafazakâr kesimden olması hasebiyle bu kesime
istihza ile göndermelerde bulunanlara, bu durumu fırsat telakki edip iktidara
karşı cepheden saldırıya geçenlere şahit olduk. Bununla beraber İslamcı/muhafazakâr
kesimden “Zaten İsrail’i destekleyen firmaların ürünleri ile boykot çağrılarına kayıtsız
kalmışlardı, oh olsun!” kabilinden paylaşımlar da dikkati çekti.
Ardından
sosyal medya zeminlerinde “Köfteci Yusuf’u tanırım, böyle bir şey
yapacak birisi değil; vakıflara, öğrencilere şöyle şöyle yardımlar yapıyor!”
şeklinde paylaşımlar gezinmeye başladı. Ardından, aslında olan bitenin,
uluslararası firmaların “yerli ve milli” bir markayı batırmak için kurdukları
bir komplodan başka bir şey olmadığına dair paylaşımlar devreye girdi.
Bunlardan bence en dikkat çekici olanı “Yusuf’u
kuyuya atıyorlar!” şeklinde olanıydı.
Haber
sitelerine göre, “Köfteci Yusuf”un şubeleri, bakanlık açıklamasının ertesi
birkaç günde neredeyse tamamen boş kalmıştı. Ancak birkaç gün içinde rüzgâr tamamen
tersine döndü. Bu kez sosyal medya hesaplarında, Yusuf’a kurulduğu
düşünülen komployu boşa çıkarmak için yemek yemeye gidenlerin, yaptığı
paylaşımlar yaygınlaşmaya başladı.
Cumhurbaşkanı
Sayın Erdoğan’ın meseleye dair açıklama yapmış olması ve mezkûr işletmenin
sahibi Yusuf Akkaş’ın “Siyasi ilişkilerim olsa da bu kadar kolay
dokunamazlar diye düşünüyorum. Yabancı firma olsaydık bize bu kadar kolay
dokunulamazdı. Ben bir garip kuşum.” şeklinde açıklamalar yaparak
denetim raporundaki sonucun nasıl ortaya çıktığını bilmediğini söylemesi ve
bunun bir komplo olduğunu işaret etmesinin ardından, özellikle muhalif kesimden
“Köfteci
Yusuf’a büyük bir rağbet gözlemledik.
Söylentilerin
dolaşıma girmesi sonrası anlıyoruz ki, daha evvelce kimi yerli/yabancı şirketler
ve bazı mafya yapılanmaları Köfteci Yusuf’a tabiri caiz ise
çökmeye çalışmışlar. Anlayacağınız mesele oldukça girift ve işin içinde işler
var.
Bütün
bunları neden yazıyorum. Ülkemizde ve bölgemizde o kadar büyük meseleler varken
ve sıkıntılar gittikçe daralan bir çember gibi bölgemizi bunaltıyorken bir
köfteci zinciriyle ilgili mevzu çok mu önemli? Sonuçta firmanın ürünleri ile
ilgili kalbi mutmain olanlar, iddiaları önemsemeyenler ya da iddialarla ilgili
hassasiyeti olmayanlar müşteri olmaya devam eder. Firmanın ürünleriyle ilgili
kalbi kani olmayanlar, iddiaları ciddiye alanlar ve ya iddialarla ilgili
hassasiyeti olanlar müşteri olmazlar. Bu herkesin kendi bileceği bir husustur.
Bu kadar toz duman arasında, olan bitenin ne olduğunu, politik yaklaşımların
gölgesini sıyırıp salim olarak tespit etmek oldukça zor. Ancak bu kabil bir
şirketin, sonuçlarını hesap etmeden böyle bir riski alması bana makul
gelmiyor. Cari ekonomik düzenin diliyle
ifade edecek olursak: Bu çapta bir büyüklüğe erişmiş bir işletmenin iki şubesi
üzerinden böyle bir riski alması, müşteri kitlesinin özelliklerini de nazarı
dikkate aldığımızda, rasyonel bir davranış değildir.
Yazımızın
sebebi olan mevzudan çıkarak genel olarak söyleyecek olursak, bu toprakların
evlatları bu toprakların evlatlarına hileyle domuz eti yedirmez diyemiyoruz.
Zira bu memleketin öyle evlatları bu memleketin evlatlarına, daha çok para
kazanmak hırsı ile öyle şeyler yediriyor ki, şaşırıp kalıyoruz.
Sadede
gelecek olursak, bütün bunları şunun için yazdım. “Köfteci Yusuf” mevzuunda
lehte ve aleyhte o kadar geniş yelpazede yazılıp çizildi ve konuşuldu.
Meseleden yola çıkarak kardeşleri tarafından kuyuya atılan Hazreti Yusuf bile telmih
edildi. Kendisini “Ben bir garip kuşum.” diye tanımlayan ve kuyuya atıldığı
söylenen köfteci de gün gelip başımıza sultan mı olacak acep(!) Ancak ne yazık
ki hiç kimse, bir kişi ya da bir şirketin ülke çapından yüzlerce hatta binlerce
işletmenin sahibi olabildiği, birkaç kişi şirket ya da ailenin neredeyse bütün
pazara hükmedebilecek denli ekonomik büyüklüğe nasıl sahip olabildiğine, bir
idarenin nasıl buna imkân verdiğine dair bir söz söylemedi.
Hatırlayacağınız
üzere üç harfli marketlerden birisinin yetkilisi iktidara parmak sallamış,
amiyane tabirle posta koymuştu. Ona bu cüreti sunan mevcut ekonomik düzenden
başkası değildi. Binlerce ailenin evini geçindireceği pazarı, birkaç kişiye,
birkaç şirkete ya da aileye teslim eden bu düzen ve bu düzenin milli
varlığımıza yönelen tehditleri üzerine bir Allah’ın kulu tek bir kelam etmiyor/edemiyor.
16-22
Eylül haftası Ahilik haftası idi. Anadolu’nun Müslümanlaşmasında başat rolü
olan Ahilik teşkilatının, aileyi ve toplumu tahkim ederek kurmuş olduğu, azim
bir ahlak temeline istinat emiş iktisadi düzeni üzerine ne yazık ki birkaç ufak
programdan başka bir şey yapılmadı.
Milli
varlığımızı teşkil eden değerlerin ne idüğü ve onların nasıl ihya ve tahkim
edileceği üzerine esaslı fikirler ortaya koymadıkça ve onlara sahip
çıkılmadıkça milli varlığımız büyük tehlike altında demektir.
Kapitalistin
kimliği, kim olması gerektiği üzerinden yapılacak, tavuk suyuna çorba
kabilinden tartışmalarla ve politik temelli tavır alışlarla hiçbir meselemiz
çözülemeyecektir.
Esas
mesele budur. Gerisi lafı güzaftır.
Vesselâm.