Yabancılaştıran Gelenek Yahut Gerçeğe Bakma Cesareti
Gelin tanış
olalım, İşi kolay tutalım, Sevelim sevilelim, dünya kimseye
kalmaz.
Geleneğin
yabancılaştırıcı etkisi modern zamanda süreklilik sağlama imkânından daha
önemli olmakla birlikte üzerinden çok düşünülmeyen bir konudur. Alternatif bir
halin hal-i hazır üzerinde bir kapıya dönüşüp, simülatif gerçekliğin ötesine
geçmenin imkânı gelenek üzerinden bir metodolojiye dönüştüğünde kurgu olanın
arkasına geçmek ve kibirli bir gerçek bu iddiasının mağarasından çıkmaya bizi
götürme imkânlarından biri özün gelenekte kendisini tarihte gösterdiklerini
ayıklamayı bilen bir akılla tarihe dair olanı eleyip, gün için mana imkânına
düşündürmenin eylemi ile var olmayı düşündüren bir geleneğimiz henüz var mıdır?
Şimdilerde buna eleştiri, tenkit gibi kavramlarla yaklaşmak da mümkün… Bu
yolda, konfor alanının dışına çıkmadan, ertelenen hamle ve hareket, şikayet
edilen her şeyin ötesine geçmenin imkansızlığını görmemek, kendini kandırmak ve
yüzleşememek onun yerine güncel oyuncaklarla avunmak doğu denen mefhumu meçhul
distopya insanlarının ve batı denen vicdanını yok etmiş kaos yığınlarının cahil
şehirlerinde anlatılan erdemli şehir övgüsü ve sövgüsünün var ettiği meçhuller
bataklığından çıkmak hayali ne kadar abes ve absürt bir durum değil midir?
Lakin yol varsa yürünecektir.
Gelenek şekilleri ile tarihte
görünen özün kendisi değil de yaşanan ve hükmü biten imgeler haline gelmişse ya
da getirilmişse oradan bir yeni doğması imkânsızdır. Gelenek tapınağına
günleri, ayları, asırları kurban eden o toplum uzak bir geleceğe dair hayalleri
ile geçmişe dair özlemleri arasında hiçleşir. Hiçten bir “var” doğması muhaldir.
Öz denen “meçhul mesih” o toplum için düşünce ve hamle kaynağı olarak
sorunlarını çözmede ve varlığını sürdürme ve yaratıcı hareketler yapmada
katkısı yoksa manasını kaybeder. Doğru, iyi ve güzel orada hakikate dokunan
mefhumlarını yitirerek insanın kendileştirdiği sübjektif perspektiflere dair
birer yanılsamaya dönüşür. Gelenek artık bir süreklilik kavrayışı ve imkânı
olmaktan çıkarak geriye doğru zincirlendiğimiz bir takıntıya dönüşür. Belki de
birilerinin sürüyü gütmek için araçlaştırdığı bir pranga olur…
Modern zamanlarda geleneğin
problemleri çözücü hamlelere imkân sağlayamaması onun özle ilişkisini kavramaya
yönelik bir idrakin eksikliği kadar, modern olanın kendi yapı sökümü ile
gelenekle aramıza mesafe koyması ve gelenek kavramlarının içine sızarak onları
hayatımız için bir anafor haline dönüştürmesiyle de alakalıdır. Her halükarda
mensubiyet menşei olan değerler hayata yük gibi görünen birer folklorik
malzemeye dönüşür. Mazinin koruma alanı şimdiki müntesipleri için işlevsiz
birer esaret malzemesine ve hatta bazen lanete dönüşür. Etik ve estetik tüm
imkânları sağlayan özler işlev ve eyleme içinde güncellenemediği için müzelik
birer özlem ya da soğuk bakılan mazi durumuna düşer. Kültür yeniden kendi
toprağında yeşerecek ve kendini otantik olarak tanımlayacak ya da ayartılmış
benlik dağılmaya devam ederek kendi mahut formunu arayacak ve bir gün dağıldığı
içinde yeni bir suretle hayata dönecek. Aklı, kalbi ve zevki ile selamet
sağlayan bir ortam oluşturarak yeni bir tarihi koruyucu alanda etik bir alan
kurar. Yabancılaşma ve hatta nihilizm duygusu burada farkındalığı kazanarak
yeniden olma çilesinin kuyusuna inmeye cesaret etme hareketinin başlangıcı
olacaktır. Buradan vicdan yeniden tanımlanarak bilgelik hayat için mana taşıyan
bir çerçeve içinde konforlu mağarasından veya hapishanesinden çıkarak
tercihleri ile yeniden kendine dönecektir. Bunun aksi olarak öğrenilmiş
çaresizlikler ve konfor alanı içinde gerçek diye sunulanı tüketirken tükenmeye
devam edecektir. Öz bir konfor alanı ya da belirlenmiş bir takıntı değildir,
olmamalıdır. Kendini bilmek denilen o zorlu yol ve yolculuk da buna dair değil
midir? İnsan kendini nerden, nasıl, niçin, neyle bilir?
İşte geleneğin özüyle kurulan sahih
ve gerçek ilişki bu manada yabancılaştırıcı yani farkındalık oluşturacak bir
umuda kapı olabilecektir. Modernitenin gerçek diye sattığı dünya, hayat ve
insanın başka bir halini hatırlamak için gelenekteki işaretler yolu açacak ve
umut yeniden hayatta çiçek açacaktır. Bu bakımdan geleneğe bakış açımıza ters
yönden yaklaştığımızda alışkanlıklarımız ötesinden bir yerden kendiliğimizi
anlamaya başlamak belki de yeniden bir kosmosun teşekkülü için sonsuz döngüde
bir kapıyı açabilir. Cahil şehirlere bilgece bir yerden bakmak söylem olmanın
ötesinde bir idrak, vicdan ve hayatta sade insanlar için manalı bir huzur
oluşturuyorsa orada gerçeğin çiçeklenmesini düşünmek en azından düşlemek imkânı
oluşabilir. Sanatın ve bilimin bizde kuracağı bir vicdan, inayetin yeniden
hayata doğru hareketleri ile tarihe katılmayı sağlayacaktır. Gelenek bu
bakımdan koruyucu olma vasfını kaos zamanında yabancılaştırıcı bir kaynak
olarak yerine getirdiğinde düzen imkanı için fırsat üretmeye ve yeni bir etik
alan açmayı mümkün kılabilir. Batının eleştirel metinlerine baktığınızda ya da
Ibsen oyunlarındaki o rahatsızlığı bu manada gördüğümüzde kral çıplak demenin
çıkar kovalamak değil yoksun kalınan ve yozlaşmayla silinene hasret duymak
olduğu da anlaşılacaktır.
Geleneğin yabancılaştırıcı etkisi onun hakikatle olan tarafını
keşifle alakalıdır. Bu bakımdan konformist simülasyonların ötesinde ortak
iyiliği ve faydayı arayan her medeniyetçi milliyetçi için hayata değer katmak
ve yetmiş iki milleti bir göz ile anlamak demektir. Ben gelmedim dava
için Benim işim sevi için, Dostun evi gönüllerdir, Gönüller
yapmaya geldim.
Hak İçin Olsun
Vesselam