21 Nisan 2025

​Umranda Mimesis ve Katarsis Kosmosu

İnsan düzen içinde kendini anlayan, bulan ve anlamlandıran bir varlık. Düzeni bozulan insan tüm iç ve dış basınçlarla kendi olağanını ve aleladesini yeniden bulmaya çalışıyor. Kendinden kaçarken yeniden kendine dönüyor. Hazlar yerini erdemlere bırakıyor.  Sofokles, bilgelik, herhangi bir zenginlikten daha önemlidir ve bozulduğu zaman, insandan daha korkunç bir yaratık yoktur, derken insanın bu gel gitli haline kadim bir yerden bakar. İnsan aklıyla anlayan bir varlık ve bu yolla kendi dengesini de murakabe etme imkânı olan bir varoluşa sahip bir canlı. İnsanın kendiliği yaşadığı toplum içinde kendi içinden dışına ve dışından içine doğru oluşur. Tıpkı tiyatroda duygu gerçekleştirilmesi sırasında oyuncunun duyguyu ya içinde hissederek ya da dışarıdan o duyguyu gösterip öylemişcesine yaşayarak gerçekleştirmesi gibi hayatta insan böyledir aslında. Kendi mağarasında yani olağanlar dünyasında böyle yaşar. İnsanlar sürekli temsil eden bir canlıdır. Bu bakımdan temessül ettikleriyle yaşar. En doğruyu bilenin bile doğrularının battığı bir şafağa kadardır huzuru.

İnsan mimetik bir algı ile aklının ona sağladığı kapasite kadar duyuları, aklı ve diğer imkânları ile evrendeki her şeyle ilişkiye girer. Alır verir. Anlar. Sorar ve sorgular. Kendi kosmosunu oluşturur. Mimetik olarak bu yanı onun rol yaparak, taklit ederek, repliklerle oluşan bir düzlemden kendi hayat bütününü kurmasını sağlar. 80li yaşlarına gelmiş bir hayat bütünlüğüne baktığınızda ister ultra kültürel bir ortamın insanı olsun ister sade bir köy hayatının adamı fark etmez her halükarda onun hayatı bu parçaların bütünüdür. Hangisinin daha yüksekte olduğu ise caka ve para ile alakalı değildir! Toplum dediğimiz medeniyet/umran yapısını oluşturan genel çerçeve içerisinde insanlara bakarsanız içeriden ve dışarıdan edinilmiş bu mahiyette bir parçalar birleşimini görmek kabildir. İnsanın kendini bilme keyfiyeti biraz da bu parçaları oluştururken kuracağı nitelikle alakalı değil midir? İster zenginlik olarak bilgelik ister bozulma olarak olsun hep bu manada bir hal bizi var etmez mi? Mimesis bizim ben olma sürecimizin her anında kendini bir yerlerden gösterir. Aidiyetler, intisaplar, inanışlar, oluşlar ve bozuluşlar hep bu anlamda bir düzlemde ortaya çıkar. Hayat epik bir drama gibi içimizden dışarıya ve dışımızdan içeriye akıp durur. Karakter özellikleri, kişilikler, doğrular, yanlışlar, güzeller, çirkinler, iyiler ve kötüler hep bu düzlemde kosmosa giderken bizimle birliktedir. Lakin insana bir telos çizmek gerekirse hattı zatında sonuçta yazılı tarih içinde ve felsefe çerçevesinde baktığımızda iyinin ve erdemli olanın mutlu ve huzurlu dünyasını aramak ile alakalı bir amaçlılık görüldüğünü söylemek vaki tarihi kaos içinde absürt dursa da insanın grotesk dünyası da buna eşlik etse bile insan olmanın bilinç dışını kuran ana meselenin bu olduğunu görmek için fazla güncel ve politik olmak gerekir. Evcilik oynayan iki çocuğun canlandırmaları aslında hayat gerçeğinin bir şekerli demosu değil midir? Orada çatışmalar ve aksiyonlar el ele yürürken insan kendine yol arar durur. Oyuncağı çekiştiren iki çocukla Hitler ve Stalin’in, Churcill’in ne farkı vardı.  Hepsi bir takım mimesislerin ürünü iki batılı sonuç idiler ve hâsılası felaket oldu. Umran yıkılırken insanlık yolda kaldı. Bugün Gazze ya da Doğu Türkistan gibi yerlerde yaşanan nedir? Sofokles günün ne kadar muhteşem olduğunu görmek için akşama kadar beklemek gerekiyor, derken acaba tarih felsefesine dair bir şeyler de söylemiş midir? Yani insan olmamızın hikâyesine dair. Hep yıkıntıların arasında tecrübe kazanan insan mahut bir geçmiş ütopyası ile müstakbel bir gelecek hayali arasında gününü disptopyalaştırıp durmuyor mu? Tiyatro sanatından hayat diye izlediklerimiz birer bilet ile satılan mimesisler olarak bize kendimizin o bitmeyen arayışını düşündürüyor mu? Yoksa orası da pop corn bir oyalanma mecrasına mı dönüştü? Kültürlü olma cakamıza alet edilen bir aynştayn hazzı aracı; tercüme et ve sat. Her ne ise insan kendini bilip toplum olarak müşterek bilgeliğinin olağanlaştırdığı yerde nefes alıyor tarih boyunca. Bunu bir peygamber, bilge, düşünür birileri yapıyor. İnsanlık oradan kendine çıkış arıyor.

İşte katarsis aslında hazlara dayalı bir boşalma halinin ötesinde kendimize dair durulaşmanın yolculuğunda bizi ayarlarımıza ileten kavram olarak önem taşır. Mimesisler de tam burada manasını bulur. Farabi’nin erdemli ve cahil şehirleri hep bu mimesislerin bizi var ettiği alanda yaşanan katarsisin hâsılası ile alakalı değil midir? Hırsıma ve kibrime yenildin diyerek mazur görülmeyi bekleyen kişi kendine attığı kazığın farkında olmadan başlarını yola getirdiğini sanırken egosunun boşluğunda nasıl bir çukura gittiğinin farkında değildir aynştayn ile ele ele anırırken. Tiyatro sahnesinde izlenen her oyun bizi kendimize doğru götürürken yaşanan katarsis ideolojik ya da saplantılı bir taassubun içeriği olmanın ötesinde 72i millete bir göz ile bakma erdeminin doğurucu Yunus atamın aklından insana ve hayata baktırıcı ise vardığımız yer olmak istediğimiz o manaya yaklaşıyor olabilir. Empedokles unsurları birleştiren şeyin sevgi olduğunu söylerken Sofokles Bizi yaşamanın ağır yükünden ve ıstırabından kurtaran tek sözcük sevgidir, diyordu. Buradaki sevgi elbette modern insanların çıkarcı utanmazlığı değildir. Tüm taklitler aslını yansıtır. Kim neyi temessül etmişse onu temsil eder. Bir toplumun hali de böyledir. O toplumdan oluşan devlet ve şehir hayatı da aynı benzer durumu gösterir. Bir toplumun taklit kaynaklarını tahkike çevirmek manasında katarsisten yaralanmaktaki gücü ve nihai amaçları onların tarihteki izini ortaya çıkaracaktır. Platon’un Eğer biri insanlar ile ilgili masallar, kendileri vasıtasıyla adaleti öğrenebileceği masallar peşinde koşacaksa Devlet’in kendisi tam da böyle bir masaldır, adaleti izah etmek için yazılan uzun bir diyalektik şiirdir…, dediği yerden hayata baktığımızda bu hali izleriz ve anlarız. Bir tiyatro sahnesi işte bize bizi, bizi dolandırmadan anlatırken katarsis sağlıyorsa bu bir pop corn eğlence ve rahatlama değil insani bir rehabilitasyon ve nekahat halinin eşiği demek olur ki işte orada biz insanlık kavramına kosmos ile yaklaşmaya ve düzene mana ile vasıl olmaya başlarız. Tiyatro bir misal elbette buna Kur’an-ı Kerim’i ikame ederek bile bakabilirsiniz. Cahil şehirler kurmak da insanlığın bir tercihidir ki kutsalın kullanıldığı çok yerin ardında cehaletin tebessümü tam da bu yüzden görülür. Sofokles ile bitirelim: Acıların en acısı kendi kendimize çektirdiğimizdir.

 

Hak İçin Olsun

Vesselam