Umranda Mimesis ve Katarsis Kosmosu
İnsan düzen içinde kendini anlayan,
bulan ve anlamlandıran bir varlık. Düzeni bozulan insan tüm iç ve dış
basınçlarla kendi olağanını ve aleladesini yeniden bulmaya çalışıyor. Kendinden
kaçarken yeniden kendine dönüyor. Hazlar yerini erdemlere bırakıyor. Sofokles, bilgelik,
herhangi bir zenginlikten daha önemlidir ve bozulduğu zaman, insandan daha
korkunç bir yaratık yoktur, derken insanın bu gel gitli haline kadim bir
yerden bakar. İnsan aklıyla anlayan bir varlık ve bu yolla kendi dengesini de
murakabe etme imkânı olan bir varoluşa sahip bir canlı. İnsanın kendiliği
yaşadığı toplum içinde kendi içinden dışına ve dışından içine doğru oluşur.
Tıpkı tiyatroda duygu gerçekleştirilmesi sırasında oyuncunun duyguyu ya içinde
hissederek ya da dışarıdan o duyguyu gösterip öylemişcesine yaşayarak
gerçekleştirmesi gibi hayatta insan böyledir aslında. Kendi mağarasında yani
olağanlar dünyasında böyle yaşar. İnsanlar sürekli temsil eden bir canlıdır. Bu
bakımdan temessül ettikleriyle yaşar. En doğruyu bilenin bile doğrularının
battığı bir şafağa kadardır huzuru.
İnsan mimetik bir algı ile aklının
ona sağladığı kapasite kadar duyuları, aklı ve diğer imkânları ile evrendeki
her şeyle ilişkiye girer. Alır verir. Anlar. Sorar ve sorgular. Kendi kosmosunu
oluşturur. Mimetik olarak bu yanı onun rol yaparak, taklit ederek, repliklerle
oluşan bir düzlemden kendi hayat bütününü kurmasını sağlar. 80li yaşlarına
gelmiş bir hayat bütünlüğüne baktığınızda ister ultra kültürel bir ortamın
insanı olsun ister sade bir köy hayatının adamı fark etmez her halükarda onun
hayatı bu parçaların bütünüdür. Hangisinin daha yüksekte olduğu ise caka ve
para ile alakalı değildir! Toplum dediğimiz medeniyet/umran yapısını oluşturan
genel çerçeve içerisinde insanlara bakarsanız içeriden ve dışarıdan edinilmiş
bu mahiyette bir parçalar birleşimini görmek kabildir. İnsanın kendini bilme
keyfiyeti biraz da bu parçaları oluştururken kuracağı nitelikle alakalı değil
midir? İster zenginlik olarak bilgelik ister bozulma olarak olsun hep bu manada
bir hal bizi var etmez mi? Mimesis bizim ben olma sürecimizin her anında
kendini bir yerlerden gösterir. Aidiyetler, intisaplar, inanışlar, oluşlar ve
bozuluşlar hep bu anlamda bir düzlemde ortaya çıkar. Hayat epik bir drama gibi
içimizden dışarıya ve dışımızdan içeriye akıp durur. Karakter özellikleri,
kişilikler, doğrular, yanlışlar, güzeller, çirkinler, iyiler ve kötüler hep bu
düzlemde kosmosa giderken bizimle birliktedir. Lakin insana bir telos çizmek
gerekirse hattı zatında sonuçta yazılı tarih içinde ve felsefe çerçevesinde
baktığımızda iyinin ve erdemli olanın mutlu ve huzurlu dünyasını aramak ile
alakalı bir amaçlılık görüldüğünü söylemek vaki tarihi kaos içinde absürt dursa
da insanın grotesk dünyası da buna eşlik etse bile insan olmanın bilinç dışını
kuran ana meselenin bu olduğunu görmek için fazla güncel ve politik olmak
gerekir. Evcilik oynayan iki çocuğun canlandırmaları aslında hayat gerçeğinin
bir şekerli demosu değil midir? Orada çatışmalar ve aksiyonlar el ele yürürken
insan kendine yol arar durur. Oyuncağı çekiştiren iki çocukla Hitler ve
Stalin’in, Churcill’in ne farkı vardı.
Hepsi bir takım mimesislerin ürünü iki batılı sonuç idiler ve hâsılası
felaket oldu. Umran yıkılırken insanlık yolda kaldı. Bugün Gazze ya da Doğu
Türkistan gibi yerlerde yaşanan nedir? Sofokles günün ne kadar muhteşem olduğunu görmek için akşama kadar beklemek
gerekiyor, derken acaba tarih felsefesine dair bir şeyler de söylemiş
midir? Yani insan olmamızın hikâyesine dair. Hep yıkıntıların arasında tecrübe
kazanan insan mahut bir geçmiş ütopyası ile müstakbel bir gelecek hayali
arasında gününü disptopyalaştırıp durmuyor mu? Tiyatro sanatından hayat diye
izlediklerimiz birer bilet ile satılan mimesisler olarak bize kendimizin o
bitmeyen arayışını düşündürüyor mu? Yoksa orası da pop corn bir oyalanma
mecrasına mı dönüştü? Kültürlü olma cakamıza alet edilen bir aynştayn hazzı
aracı; tercüme et ve sat. Her ne ise insan kendini bilip toplum olarak müşterek
bilgeliğinin olağanlaştırdığı yerde nefes alıyor tarih boyunca. Bunu bir peygamber,
bilge, düşünür birileri yapıyor. İnsanlık oradan kendine çıkış arıyor.
İşte katarsis aslında hazlara dayalı
bir boşalma halinin ötesinde kendimize dair durulaşmanın yolculuğunda bizi
ayarlarımıza ileten kavram olarak önem taşır. Mimesisler de tam burada manasını
bulur. Farabi’nin erdemli ve cahil şehirleri hep bu mimesislerin bizi var
ettiği alanda yaşanan katarsisin hâsılası ile alakalı değil midir? Hırsıma ve
kibrime yenildin diyerek mazur görülmeyi bekleyen kişi kendine attığı kazığın
farkında olmadan başlarını yola getirdiğini sanırken egosunun boşluğunda nasıl
bir çukura gittiğinin farkında değildir aynştayn ile ele ele anırırken. Tiyatro
sahnesinde izlenen her oyun bizi kendimize doğru götürürken yaşanan katarsis
ideolojik ya da saplantılı bir taassubun içeriği olmanın ötesinde 72i millete
bir göz ile bakma erdeminin doğurucu Yunus atamın aklından insana ve hayata
baktırıcı ise vardığımız yer olmak istediğimiz o manaya yaklaşıyor olabilir.
Empedokles unsurları birleştiren şeyin sevgi olduğunu söylerken Sofokles Bizi yaşamanın ağır yükünden ve ıstırabından kurtaran tek
sözcük sevgidir, diyordu. Buradaki sevgi elbette modern
insanların çıkarcı utanmazlığı değildir. Tüm taklitler aslını yansıtır. Kim
neyi temessül etmişse onu temsil eder. Bir toplumun hali de böyledir. O
toplumdan oluşan devlet ve şehir hayatı da aynı benzer durumu gösterir. Bir
toplumun taklit kaynaklarını tahkike çevirmek manasında katarsisten
yaralanmaktaki gücü ve nihai amaçları onların tarihteki izini ortaya
çıkaracaktır. Platon’un Eğer biri insanlar ile ilgili masallar, kendileri
vasıtasıyla adaleti öğrenebileceği masallar peşinde koşacaksa Devlet’in kendisi
tam da böyle bir masaldır, adaleti izah etmek için yazılan uzun bir diyalektik
şiirdir…, dediği yerden hayata baktığımızda bu
hali izleriz ve anlarız. Bir tiyatro sahnesi işte bize bizi, bizi dolandırmadan
anlatırken katarsis sağlıyorsa bu bir pop corn eğlence ve rahatlama değil
insani bir rehabilitasyon ve nekahat halinin eşiği demek olur ki işte orada biz
insanlık kavramına kosmos ile yaklaşmaya ve düzene mana ile vasıl olmaya
başlarız. Tiyatro bir misal elbette buna Kur’an-ı Kerim’i ikame ederek bile
bakabilirsiniz. Cahil şehirler kurmak da insanlığın bir tercihidir ki kutsalın
kullanıldığı çok yerin ardında cehaletin tebessümü tam da bu yüzden görülür.
Sofokles ile bitirelim: Acıların en acısı kendi kendimize çektirdiğimizdir.
Hak İçin Olsun
Vesselam