22 Ekim 2024

​Türk mitolojisinden insanlararası müştereğe: Yaratılış olgusu

Yaratılış insanoğlunun zihnini meşgul eden en önemli gerçeklerinden birisi. Nereden gelip nereye gideceği sorusunun cevabını kendileri hakkında kalıntı düzeyinden yazıya kadar bilgi edinebildiğimiz her medeniyette görüyoruz. Her insan ve dolayısıyla toplum medeniyet çekirdeğinde bu soru ile yaşamış; devlet düzeyinde kurumlaşmalarda bu sorunun kendisi ve cevabı muhtelif cevaplar ile kurumlaşmış nihayet şehirlerinde bize bu durumu gösteren, işaret ve ifade eden bir takım gerçekler ortaya çıkmıştır. Bu durum yazılı kaynaklar üzerinden o milletlerin en eski kaynakları olan mitolojik unsurlarda da kendini göstermiştir.

Türkler açısından da bu durum farklı değildir. İnsan kendi üzerine düşünebilen, hatta düşüncesi üzerine düşünebilen tek canlıdır. Altay Yaratılış Destanı olarak bilinen Türklerin en eski destanında da bu konu mevzu bahsedilmiştir: Evrenin yaratılışına ışık tutan bu destanda Kayra Han/Ülgen olarak farklı versiyonlara bağlı olarak ortaya çıkan şahsiyet Tanrı’yı temsil eder. Bu destanda tek tanrılı bir anlatı vardır. Yer, gök, güneş, ay ve yıldızlar yaratılmadan önce dünyanın su ile kaplı olduğu pek çok yaratılış destanında da olduğu üzere burada da mevcuttur. Su ve yaratılış ilişkisinin bugün de insanlığın devam eden inançlarında merkezî bir yerde bulunması ve medeniyetlerin oluşumunun su ile yakın alâkası bu Türk destanında da kendisini göstermektedir. Destandaki şu anlatı çok ilginçtir: “Bay-Ülgen, bir gün denize bakarken, suyun üstünde bir toprak parçasının yüzdüğünü gördü. Toprağın üzeri, insan gövdesine benzeyen bir kil tabakası ile kaplıydı. Ülgen, “Bu cansız toprak, kişi olsun!” diye buyurdu. Toprak, kişi oldu.” Burada karşımıza topraktan var olma imgesi çıkıyor. Böylece Tanrı’nın sudan var etmesi ve topraktan insanın ortaya çıkması hadisesine şahit olmaktayız. Bundan sonrası ise daha ilginç bir durumu gösterir: “Ülgen, ona Erlik adını verdi; olduğu yere bıraktı. Erlik, giderek Ülgen’i buldu. Ülgen de onu yanına aldı; kendisine küçük kardeş yaptı. Bir zaman sonra Erlik, Ülgen’i kıskandı. Ondan daha güçlü olmak istedi. Ülgen’e imrendi,“Ben de onun gibi olmalıyım.” diye düşündü. Düşüne düşüne Ülgen’e düşman oldu.” Burada da kardeş olan iki kişinin haset, kıskançlık nedeniyle düşman olması, insanlığın iyi ve kötü arasında devam eden hayatına işaret etmesi bakımından ilginç değil midir? Biz burada İslamî referanslarla örtüşmeye işaret edebilecek bu anlatıları böyle anlamaktan ziyade philosofica perennis yahut hermetik anlatıya dâhil olarak hikmete dayalı anlayışın insan ile daim yoldaş olduğu gerçeğine işaret ile yetineceğiz. İnsanlık kendi hayatı ve fikriyatı içinde insanlararasılığı olan büyük bir hikmetin parçası olarak mitolojiden dine, felsefeden sanata birlik içinde ama aynileşmeden birbirine dayatmadan bir müşterek özü paylaşır gibi değil midir? Destanın devamında Erlik yani şeytanı, kötülüğü imgeleyen unsur kıskançlık, kendini üstün görme gibi hallerle Kayra ile çekişirken nihayetinde Kayra Erlik’e suyun dibinden çıkarttığı toprak ile altı günde âlemi var eder.  Burada ifadesi gereken bir durumda Erliğin Kayra’nın demesiyle suyun içinden bir avuç toprak alması gerekirken hırslanıp ağzının içine de kendisi için toprak doldurması (hırstan), sudan çıkınca Kayra’nın toprağa çoğal demesiyle Erliğin avucundaki toprağın yeryüzünü, ağzında çoğalan toprağın onu boğacakken ağzından püskürüp yeryüzü üzerindeki dağları oluşturması meselesidir. İnsanoğlunun tamahına işaret eden bu durum da destan da kendisini varoluş sırasında ortaya konulmakta gibidir.

 

            Yaratılış sürecinde Kayra, dokuz dallı bir ağaç var eder. Kayra, bu dokuz dalın her birinden bir millettin var edilmesini emreder. Erlik, bu yaratılan insanların kendisine verilmesini isterse de Kayra bunu kabul etmez. Yaratılanlar bir ağacın meyvesinden beslenmektedir yalnız bir ağacın bir tarafındaki meyvesine kimse dokunmamaktadır çünkü Kayra bunu yasaklamıştır. Orada bir yılan ve köpek de bekçi olarak konulmuştur. Erlik, Törüngey adlı birini kandırarak nöbetçi yılanın donuna girerek oradaki meyveden yer. Nihayetinde Törüngey ve eşi Ece yasak olan meyveyi yerler. Bunun üzerine Kayra Han her birini cezalandırır. Erlik önce yer altına yollanır sonra gökte yer diler oraya gider ve nihayet insanlar yerde göğün altında sefil kalanlar Erlik’i yenerler ve Kayra Han göğe çıkacağını ve bir zaman sonra dönerek yapılan iyilik ve kötülüğün karşılığını vereceğini insanlara bildirir. Görüleceği üzere yaratılış meselesi bu Türk destanında topraktan gelip bir gün hesap vereceği bir Tanrı anlayışı ile oluşur. Ahlâkî bir başka zemin de gördüğümüz destanda iyilik ve kötülük alemde caridir ve insan iyi olmakla yükümlüdür. Altay ve Yakut Türkleri başta olmak üzere mebde’ anlayışından pek çok Türk boyunda görülen bu destan ve burada anlatılan yaratılış hikâyesi bugünkü kültürümüz içinde pek çok tanıdık unsuru taşımaktadır. Biz kolaycı bir indirgemecilikte elbette bulunmayacağız. Burada ifade etmek istediğimiz şey insanın müşterek dünyasında farklı kültürler içinde parlayan bir hikmetin ve varoluş anlayışının izlerini görmek ve bu bütünlük içinde ben anlayışımızı kurarken millî olan ile kendimiz anlayışını millet olarak oluşturmak üzerinedir. Mitoloji kökenleri tanımak bakımından ister insanlık düzeyinde olsun ister millî manada bize kendimize dair bazı esasları hatırlatır. Türk aklı en başından iyi ve kötü üzerinden bir anlayış ile ahlâkî iyiliği düşünmeye başlamış görünüyor. Hikmet her daim ve devirde kendi ışığını göstermiş ve göstermeye devam ediyor.

 

            İnsan ölüme yazgılı olduğu kadar sonsuzla da mukayyet bir canlıdır. Kendözünü bildikçe kendiyle arasındaki mesafe azalacaktır. İnsanın toprakla kurduğu bu varoluş ve sonsuzluk ilişkisi onun mebdei yanı başlangıcı ve sonu konusundaki anlayışlarını ve gerçekleri oluşturması bakımından manidardır. Her şey kendi özüne dönüyor. Madde de mana da. Hayat ağacıdan dileriz Türkler için gelecek asırlar yeni sürgünleri vaat etsin. Ve o sonsuz hikmet içerisinden yeni bir umran ile medeniyetimiz insanlığın imdadına koşabilsin. Uçmağa varanlara rahmet olsun.

            Vesselam.