Pandemi mi plandemi mi?
Evren, var olduğunda temiz havayla, suyla, toprakla,
rüzgarla… donatıldı. Bitkiler, ağaçlar… boy verdi. Canlı çeşitliliği sardı her
yanı. İnsan ırkı bu iklimin ortasında buluverdi kendini.
Berrak, saf, kullanılabilir bilgi ile güçlendirilen
insanoğlu, kendisi ile ve çevresi ile dostane bir ilişki geliştirdi.
Daha ilk anda konuşmayı, okumayı, yazmayı, giyinmeyi,
barınmayı, avlanmayı, yemek yapmayı… öğrendi.
Kendine yettiği kadar üretti, tüketti. Çevresiyle bir ve
beraberdi. Yaşamı organikti.
Evlendi, çoğaldı.
Nice yüzyıllar sonra, toprağın, ekinin ve insanın genleriyle
oynayan fıtrata aykırı bir yaşam biçimi ortaya çıktı. Kainata meydan okuyan bu
yapı, GDO’nun temellerini attı.
GDO’nun sebep ya da sonuç olduğu üreme sorunları meydana
geldi.
Sezaryenle ilk
doğumlar başladı. 2 ya da 3 sezaryen doğumdan sonra, doğumun ölümcül hal alması
gibi etkileri nüksetti. Kadının doğurganlığı sonlandırıldı.
Bir diğer toplumsal tehdit de cinsel yönelim sapkınlığı idi. O güne değin karşıt cinslerin
evlilik yolu ile birlikteliğinin yerini, aynı cinsten haz almak gibi lokal ama
etkisi büyük bir travma aldı.
Böylece bir grup insan, ilk salgının hem müsebbibi hem
kurbanı oldu. Nedenlerini araştıran kimileri, tohum saklamaya ve gelecek
nesilleri kurtarmaya kalkıştı.
Çünkü eşcinselliğin tek sorumlusu olarak genetiği
değiştirilmiş organizmalar gösterildi.
Lutilik, yeryüzüne hızlı bir biçimde yayıldı.
Kimi korumacı politikalar da
eşcinselliği güvenli bir liman haline getirdi. Fakat cinsel yolla bulaşan hastalıklar,
belirgin bir biçimde artınca, ‘bana dokunmayan yılan’ pek çok insana dokunmaya
başladı. HIV virüsü, AIDS’in bulaş merkezi oldu.
Salgın hastalıkların ilk bilineni
Tifüs, sonuncusu MERS iken, bugün en
güncel ve yaygın olanı Covid-19’dur.
Hayvan popülasyonunun artması ile
ortaya çıkan yemek çeşitliliği, yeni arayışlara neden oldu. Çiğ yemek, az
pişmiş yemek ve sağlığa zararlı hayvanları yemek, önce çevre sorunlarına, sonra
da hayvandan insana ve insandan insana bulaşan salgınlara neden oldu.
Hijyenin bireyden topluma giden bir
sorumluluk olduğu arkaplana atılarak, uluorta kesilen hayvanlardan etrafa
yayılan kimi hastalıklar ortaya çıktı.
Buna bir de, tarım ilaçlarıyla
katledilen hayvanların meydana getirdiği boşluk eklenince, kedinin fareyi
kovaladığı bir döngüden, farenin insanı kemirdiği yeni bir safhaya geçildi.
Doğaya ait olan hayvanların;
ormanlardan, denizlerden, dağlardan getirilerek sergilenmesi ve doğal ortamdan
koparılmasıyla da koku, temas… gibi sonuçlar ortaya çıktı.
Bitkilere ve hayvanlara ait
alanların gaspı ile de, zamanla tarımsal alanlar azaldı. Şehirler, tabiat
katliamına sahne oldu.
Kimi suların kutsal kabul edilmesi
de başlı başına bir sorun oluşturdu.
Milyarlarca ton dışkının, fabrika
atıklarının döküldüğü Ganj başta olmak üzere pek çok nehirde yıkanan(!)
milyonlar, daha ilk temasta pek çok hastalığa maruz kaldı ve hamile ölümlerin
nehre atılmasıyla da ağır bir salgın her yanı kapladı.
Nükleer atıkların döküldüğü
Karaçay nehri gibi eski SSCB döneminden kalma sorunlar da, hem bugün yaşayanları
hem de gelecek nesilleri tehdit eder hale geldi.
Ata gelenekleri ve kadercilik de
salgını tetikledi. Hatta salgından rahmet çıkarmak gibi psikososyal düşünce
alanları da oluştu.
Oysa Peygamber Efendimiz
buyurmuştu ki:
“Salgın olan yere girmeyiniz.
Salgın mahallinde iseniz çıkmayınız!”
Bugün dünyadaki 7 milyon Covid-19
hastasının, sadece bir kişinin yer değiştirmesiyle bu hastalığa maruz kaldığı
unutulmamalı.
Daha dramatik olanı, salgından
korunmak için mücadele eden ve uyarıcılık görevi yapan kimi insanların ukalalık
ve kahinlik suçlamalarıyla karşı karşıya kalmış olmalarıdır.
Salgını artıran sebeplerden biri
de, demografik yapıyı değiştirme çalışmalarında iskan edilen toplulukların
hastalık taşıyıp taşımadıklarının tespit edilmemesidir.
Buna, savaş bölgelerinden dönen
askerler de dahildir.
Özellikle veba salgınını
tetikleyen şey, ticaret yoluyla getirilen yünlü giysilere yuva yapmış
bakterilerdir.
Tabii sonucu olarak da halk sağlığı kavramı ortaya atıldı.
Veba, konut anlayışını da
değiştirdi. Bakteri üreten saman tavanlı evler; yerini kiremitli, tuğlalı…
çatılara bıraktı.
Ardından şehirleşmede ilkler
yaşandı. Kaldırımlar, aydınlatma sistemleri…
Veba, bunun yanı sıra hurafeleri
de tetikledi.
Tütsüler, insan idrarında şifa
aramalar, ölü hayvanları uzaklaştırmak yerine yaklaştırmalar, hayvan kurularını
saklamalar, yemeler, kaynatıp içmeler, insan yakmalar, kırbaçlatmalar…
Kedilerin parlayan gözlerinde
cadılık arandı. Kedi katliamı ile şehirler fare istilasına uğradı.
Bilimsel anlamda bakteri türleri
araştırıldı ve rakam korkunçtu: 538 tür!
Savaşlar, kaos, doğal felaketler,
düzensiz yapılaşma, ekolojik değişikler…
salgınların ivme kazanmasına yol açtı.
Vebanın ilk görüldüğü yer, M.Ö
14. Yüzyılda Mezopotamya, Çin, Hitit ve Atina’dır. M.Ö 430’da bütün Atina
kırılmıştır.
Jüstinyen vebası, Istanbul’da M.S
5. Yüzyıldan 8. Yüzyıla kadar etkisini göstermiştir. Bunu Çin ve Hindistan’da
çıkan salgınlar izlemiştir.
Özellikle Moğol saldırıları sırasında bakteri yüklü
pireler, hastalığı Avrupa’ya yaymıştı.
“Kara Ölüm” tabir edilen veba salgını, ölüm sayısı ve etki ettiği
alan bakımından en geniş olanıdır.
Çiçek salgını ise tüm dünyada,
6.-18. Yüzyıllar arasında korkunç felaketlere yol açmıştır.
“Benekli Canavar” diye tabir edilen virüs ise, 18. Yüzyıl’da
Avrupa’da ortaya çıktı.
Yarım milyon insan hayatını
kaybetti.
1848’lerde yaygınlık gösteren
Tifüs ise daha çok pamuk işçileri arasında yayıldı.
Osmanlı, önlemler konusunda çok
ileri safhadaydı.
Karantina, dezenfeksiyon,
koruyucu sağlık uygulamaları ve filyasyon
ile ölümlerin önüne geçmeyi başarmıştı.
Halka açık yerler kimyasallarla
temizlenmiş, çeşmeler ıslah edilmiş, koku yayan işletmeler şehir dışına
alınmış, Türkçe Ermenice Rumca… broşürler bastırılmıştı.
Samsun’da 1910’da meydana gelen
kolera salgınına, Arnavutluk’tan dönen askerlerin neden olduğu belirlenmiş ve
hızlı bir karantina sürecine girilmişti.
En trajik olanı da, gelişmiş
ülkelerin, yer altı/yerüstü kaynaklarını iç ettikten sonra veba/sıtma
bölgeleriyle ilgilenmemeleri, sömürge bölgelerini kaderlerine terk etmeleridir.
1918 İspanyol Gribi’nde ve H1N1
virüsünde ölenlerin sayısı, 1. Dünya Savaşı’da ölenlerden kat kat fazla idi.
Dünya nüfusunun 5’te 1’i
etkilendi.
Yemen’de kolera, binlerce insanın
ölümüne neden oldu/oluyor.
Doktorların ve belediye
çalışanlarının greve gitmeleriyle de sağlık ve çevre sorunları katlanarak
artıyor.
1999’da Newyork Hayvanat
Bahçesinde kuş ölümleri meydana geldi. Meğer bu salgın, Batı Nil virüsünün
tabii uzantısı imiş.
Salgın 2 milyon kişiye bulaştı.
2003’te SARS, 2007’de Kuş Gribi,
2009’da H1N1 Domuz Gribi, 2012 MERS, 2013 Influenza, 2014’te Ebola, 2015’te
Zika virüsleri bütün dünyaya yayıldı.
Hayvan çeşitliliğindeki azalma,
ekolojik dengeyi bozdu ve salgın hastalıklara neden oldu.
Bugün insanlık, virüslerle baş
etmekte güçlük çekiyor. Dünyanın bir köşesinde meydana gelen salgın; zengin -
fakir, köylü - kentli ayırmadan ölümcül sonuçlara yol açıyor.
“Bir kötülük gördüğün zaman
elinle düzelt”mek adına, sağlık ihmale gelmez, bütün hayati aktiviteleri
sağlığımıza borçluyuz.
“İyi insan” olmak yetmez,
iyilikleri çoğaltmalı ki yaşanabilir bir dünya yeniden kurulsun!