19 Kasım 2024

​Nurettin Topçu'da ahlâklı insan yahut medeniyetçi milliyetçinin ahlâkı

Geçenlerde televizyonda otobüste yer istediği için tartaklanan bir ak saçlı amca görünüyordu. İnsan hâli işte, onun hâli yahut ona tepki veren gencin hâli nedir bilinmez hemen kesip biçmemek lazım ama biz niye öfkeli ve sürekli dilinde dikenler biten bir toplum olduk sorusu akla geliyor bu meyanda. Ne eksik; din mi, sanat mı, felsefe mi yoksa ahlâk mı? Kendözümüze ne oldu bizim? İncinsen de incitme, diyen Hacı Bayram sözü geliyor akla ama demesi kadar eylemesi kolay mı?

Din olgusunun mefhumundaki bütün kavramlar Tanrı ile ilişki bağlamında ve kulluk manasında “ateşten denizde mumdan gemiler yüzdürmek” dışında insanın hayatına dair olarak, hikmet ve ahlâk olarak bize ne söyler, sorusunun cevabını vermek insan olmanın en zor hadiselerinden birisi olsa gerek. Zamana yemin ederek Allah, insanın hüsranda olduğunu söylüyor. O vakit Salih amel denilen o kurtarıcı hareket nasıl olmalıdır? İşte burada Nurettin Topçu hayatımıza dokunarak hareketin tahlili ahlâk meselesinin tahlilidir, diyerek bu meseleye yaklaşıyor.  Peki, burada miyar/ölçek ne olacak ki insan hareketi ahlâkîlik sıfatı kazanacak. Esasen tüm dini, felsefesi, sanata dair hareketler insanda bilgece bir olgunlaşmayı ararken bu sorunun cevabının verilmesi bir medeniyet için toplumun kendi iç ahengi açısından fevkalade önemli hâle geliyor. “Hareketlerini evrensel ölçüye vurarak ve kendi hareketinde evreni kucaklayarak orada kendi şuurunu araması, işte insanın ahlâklı davranışı bu şekilde olmalıdır.” (N. Topçu, İsyan Ahlâkı. Ter. M. Kök-M. Doğan, İstanbul, 1995, s. 27). İşte Topçu tam burada evrensel ölçü dediği şeyin merkezine sorumluluk konusu yerleştirir. Sorumluluğunun merkezinde insan olan bir hareket yahut ahlâkîlik. Farabî’nin erdemli şehrinde aradığı insanı 20. asırda aradı Topçu. Topçu, Farabî gibi kainattaki düzene bakıp hayat aleminde aynı düzeni izler ve bunun karşısına dikilen ihtiraslarımızdan kurtularak aşırı servet, menfaat veya şöhret istekleri insanı düzensizliğe, geleneksizliğe ve itaatsizliğe yol açan şeylere karşı insanın sorumlu olduğu esasın gereğince bir ahlâk nizamı kurması gereğini anlatır. Ahlâkı var eden şey insanın İbn Haldun’un “ictima” dediği yardımlaşma ve dayanışma amacıyla bir araya gelmesi hadisesidir. Yalnız başına bir insanın ahlâkîliğini konuşmanın çok da gereği olmamaktadır. İşte toplum söz konusu olduğu anda mesele bir medeniyet konusu hâline de gelmektedir. İnsanın ahlâklı ve ahlâksız olmasını belirleyen öteki ile olan ilişkisine dair şeylerdir. Tanrı karşısında insan ya sevap alır ya günah ama ahlâk insanın insanla olan hayatına dair kendisine dair bir ölçüdür. Namaz kılan adama dindar, kamu hakkı gözeten adama ahlâklı denir. Bunun içinde güvercinlerle kedilerin hakları da vardır. Tam burada insanın hayattaki amacı meselesi sorumlulukla birlikte gündeme gelir. Bir medeniyet öteki ile ilişkisini kurarken ferdi ve toplumu hangi esas üzerine inşa ettiyse onun hareketleri ona göre şekillenecektir. Topçu tam burada “Ruhu kuvvetli olmayanlar, kendilerine bir kötülük, bir hakaret yapılırsa bunu ellerinden gelen bir kötülükle karşılarlar. Ruhu kuvvetli olanlarsa, kendilerine yapılan fenalığı affeder ve bunu yapan insanı kötülüğünden kurtarmaya çalışırlar. İntikam almazlar, yapılan fenalığı iyilikle karşılarlar” (N. Topçu, Ahlâk, İstanbul, 2005, s. 31). İşte burada Hz. Peygamber’in Mekke fethi günü, Mekke halkına: “–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?”diye sordu. Kureyşliler: “–Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; “Hayır yapacaksın!” deriz. Sen, kerem ve iyilik sâhibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sâhibi bir kardeş oğlusun!..” dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: “–Ben de Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi: “…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allâh sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf, 92) diyorum. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!” buyurdu. Bir diğer hitâbında da: “–Bugün merhamet günüdür. Bugün Allâh’ın, Kureyşlileri İslâmiyet’le güçlendireceği, üstünleştireceği bir gündür”dedikleri o hâli hatırlıyoruz.

            Nurettin Topçu bunun gerçekleşme yolu ve yöntemi olarak “isyan ahlâkı”nı ileri sürmüş idi: “İsyan ahlâkı, iradenin sonsuza ulaşmak gayesiyle her çeşit menfaat ve tutkuya, sonlu olan iyilik ve mutluluğa dahi başkaldıran sorumluluk idealidir. Topçu düşüncesinde isyanın oluşması hareket ve özgürlüğün olmasına bağlıdır. Özgürlük, bizi dışarıdan belirleyen nedenlerin yerine, benliğimiz tarafından belirlenen iç nedenler koymaktan ibarettir. Bu durumda hareketimizi belirleyen etkiler, tarafımızdan seçilmiş, kararlaştırılmış ve bir bakıma tayin edilmişlerdir. (N. Topçu, İsyan Ahlâkı, İstanbul, 2010, 24,67)” İşte burada özgülük nedir demek gerekiyor: Özgürlük, “içten veya dıştan, iradeye yabancı hiçbir kuvvet tarafından zorlanmaksızın, iradenin, kendi seçimi ile yine kendisini belli bir harekete zorlayabilmesidir.(N. Topçu, Ahlâk, Haz. Ezel Erverdi-İsmail Kara, İstanbul, 2005, s.67)” İşte bir medeniyet bu ferdiyet üzerinden toplumu eğitmiş ve ahlâkını kurmuş ise o toplum ve medeniyet insanlık için insanlararasılığı olan bilgiyi, bilgeliği ve hareketi var etmeye namzet olabilir. İşte bugünün insanı için hayat son derece zorlaşmış bir ahlâk kuyusuna dönüşmüş bulunmaktadır. Topçu’nun tabiri ile Dünyamız iki dünya yaşıyor: Biri yorgun ve kindar maddenin içinde doymak bilmeyen sürünen dünya, öbürü her an kendini geçmek ve kendi yarattığı aşk içinde telef olmak için kendi sınırlarını aşmak isteyen, sonsuzluğa sıçrayıp Allah’a kavuşmak isteyen ruhun dünyası. İki dünyanın içinde bir insan, bir varlık hâlinde yaşıyoruz.” N. Topçu, Ahlâk Nizamı, İstanbul, 1970, s. 19) Merhamet, hürmet ve mesuliyet üzerinden hayata bakan Topçu günümüz muktedirleri için çok naif ve hayat gerçeklerinden çok kopuk görünebilir. Lakin kendisini Allah ile irtibatlı bir düzlemde anlamlandıran ve hayata ve dünyaya o görüş üzerinden bakma iddiasında olan herkesin yolu Mehmet Akif, Nurettin Topçu, Aliya İzetbegoviç gibi ahlâk bilgelerinin dünyasına düşüp modern zamanlarda bize dikkat diyen tefekküre bir kula vermek zarureti ileri teknoloji kadar hayatîdir. Sevgi, Topçu için merhamet, hürmet ve mesuliyet bağlamında aşk ile birlikte öne çıkar: “Sevginin yaşanmadığı hep nefretlerin barındığı ve kalplerin çarpıştığı bir cemiyette, hayat yaşamaya değmez hâl alacaktır. Hayat yük olacak, aile içi kahredecektir. Mektep usanç verecek, mabet sevilmeyecektir. Kalpleri ve kafaları bir noktada, bir sevgi mihrakında birleşmeyen insanlar gerçek vatandaş hayatını, milli birlik saadetini yaşayamazlar. Bu söz, mücerret bir kelimeden, kuru bir laftan ibaret kalır. Görüşlerin çatıştığı, kalplerin çarpıştığı yerde ise zümreler birbirini ezer, kuvvetler birbirini kırar. Gazeteler halkı teşhir, hatta terzil etmekten hoşlanır. Ümit ve iftihar konusu olması beklenen gençlik, ümitler harcar; habis emelleri uğrunda onu kullananların elinde yıkıcı olur, bilmeden mefahire ve vicdana saldırır. Münevver geçinenler halktan ayrılır; milletin kendi evlatları, onun mukadderatına düşman kesilirler.” (N. Topçu, Yarınki Türkiye, İst, 2010, s. 56) Topçu başka bir yerde “sevgiden ayrılmayan hürmet, ahlâkımızın temelidir… Hürmet, insanadır, eşyaya hürmet edilmez” diyerek bahsettiğimiz bütünlüğe işaret etmiş idi. Medeniyetçi milliyetçilik olarak ifade etmeye çalıştığımız hareket içinde şüphesiz Topçu’nun ahlâka dair bu yaklaşımları milletimizi ve insanlığı selamet sahiline götürüp içine doğru çiçeklendirecek bir içeriği taşır. Bilgeleşmek bilmek değil hareket etmektir.

Hak için Olsun.

Vesselam