Nurettin Topçu'da ahlâklı insan yahut medeniyetçi milliyetçinin ahlâkı
Geçenlerde televizyonda otobüste yer istediği için
tartaklanan bir ak saçlı amca görünüyordu. İnsan hâli işte, onun hâli yahut ona
tepki veren gencin hâli nedir bilinmez hemen kesip biçmemek lazım ama biz niye
öfkeli ve sürekli dilinde dikenler biten bir toplum olduk sorusu akla geliyor
bu meyanda. Ne eksik; din mi, sanat mı, felsefe mi yoksa ahlâk mı? Kendözümüze
ne oldu bizim? İncinsen
de incitme, diyen Hacı Bayram sözü
geliyor akla ama demesi kadar eylemesi kolay mı?
Din olgusunun mefhumundaki bütün kavramlar Tanrı ile ilişki bağlamında
ve kulluk manasında “ateşten denizde mumdan gemiler yüzdürmek” dışında insanın
hayatına dair olarak, hikmet ve ahlâk olarak bize ne söyler, sorusunun cevabını
vermek insan olmanın en zor hadiselerinden birisi olsa gerek. Zamana yemin
ederek Allah, insanın hüsranda olduğunu söylüyor. O vakit Salih amel denilen o
kurtarıcı hareket nasıl olmalıdır? İşte burada Nurettin Topçu hayatımıza
dokunarak hareketin tahlili ahlâk
meselesinin tahlilidir, diyerek bu meseleye yaklaşıyor. Peki, burada miyar/ölçek ne olacak ki insan
hareketi ahlâkîlik sıfatı kazanacak. Esasen tüm dini, felsefesi, sanata dair
hareketler insanda bilgece bir olgunlaşmayı ararken bu sorunun cevabının
verilmesi bir medeniyet için toplumun kendi iç ahengi açısından fevkalade
önemli hâle geliyor. “Hareketlerini
evrensel ölçüye vurarak ve kendi hareketinde evreni kucaklayarak orada kendi
şuurunu araması, işte insanın ahlâklı davranışı bu şekilde olmalıdır.” (N.
Topçu, İsyan Ahlâkı. Ter. M. Kök-M. Doğan, İstanbul, 1995, s. 27). İşte Topçu
tam burada evrensel ölçü dediği şeyin merkezine sorumluluk konusu yerleştirir.
Sorumluluğunun merkezinde insan olan bir hareket yahut ahlâkîlik. Farabî’nin
erdemli şehrinde aradığı insanı 20. asırda aradı Topçu. Topçu, Farabî gibi
kainattaki düzene bakıp hayat aleminde aynı düzeni izler ve bunun karşısına
dikilen ihtiraslarımızdan kurtularak aşırı
servet, menfaat veya şöhret istekleri insanı düzensizliğe, geleneksizliğe ve
itaatsizliğe yol açan şeylere karşı insanın sorumlu olduğu esasın gereğince
bir ahlâk nizamı kurması gereğini anlatır. Ahlâkı var eden şey insanın İbn
Haldun’un “ictima” dediği yardımlaşma ve dayanışma amacıyla bir araya gelmesi
hadisesidir. Yalnız başına bir insanın ahlâkîliğini konuşmanın çok da gereği
olmamaktadır. İşte toplum söz konusu olduğu anda mesele bir medeniyet konusu
hâline de gelmektedir. İnsanın ahlâklı ve ahlâksız olmasını belirleyen öteki
ile olan ilişkisine dair şeylerdir. Tanrı karşısında insan ya sevap alır ya
günah ama ahlâk insanın insanla olan hayatına dair kendisine dair bir ölçüdür.
Namaz kılan adama dindar, kamu hakkı gözeten adama ahlâklı denir. Bunun içinde
güvercinlerle kedilerin hakları da vardır. Tam burada insanın hayattaki amacı
meselesi sorumlulukla birlikte gündeme gelir. Bir medeniyet öteki ile
ilişkisini kurarken ferdi ve toplumu hangi esas üzerine inşa ettiyse onun
hareketleri ona göre şekillenecektir. Topçu tam burada “Ruhu kuvvetli olmayanlar, kendilerine bir kötülük, bir hakaret
yapılırsa bunu ellerinden gelen bir kötülükle karşılarlar. Ruhu kuvvetli
olanlarsa, kendilerine yapılan fenalığı affeder ve bunu yapan insanı
kötülüğünden kurtarmaya çalışırlar. İntikam almazlar, yapılan fenalığı iyilikle
karşılarlar” (N. Topçu, Ahlâk, İstanbul, 2005, s. 31). İşte burada Hz.
Peygamber’in Mekke fethi günü, Mekke halkına: “–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı
sanırsınız?”diye sordu.
Kureyşliler: “–Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; “Hayır
yapacaksın!” deriz. Sen, kerem ve iyilik sâhibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik
sâhibi bir kardeş oğlusun!..” dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: “–Ben de Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine
dediği gibi: “…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allâh sizi
affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf, 92) diyorum. Haydi gidiniz, artık
serbestsiniz!” buyurdu. Bir diğer hitâbında da: “–Bugün merhamet günüdür. Bugün Allâh’ın, Kureyşlileri İslâmiyet’le
güçlendireceği, üstünleştireceği bir gündür”dedikleri o hâli hatırlıyoruz.
Nurettin Topçu bunun gerçekleşme
yolu ve yöntemi olarak “isyan ahlâkı”nı ileri sürmüş idi: “İsyan ahlâkı,
iradenin sonsuza ulaşmak gayesiyle her çeşit menfaat ve tutkuya, sonlu olan
iyilik ve mutluluğa dahi başkaldıran sorumluluk idealidir. Topçu düşüncesinde
isyanın oluşması hareket ve özgürlüğün olmasına bağlıdır. Özgürlük, bizi
dışarıdan belirleyen nedenlerin yerine, benliğimiz tarafından belirlenen iç
nedenler koymaktan ibarettir. Bu durumda hareketimizi belirleyen etkiler,
tarafımızdan seçilmiş, kararlaştırılmış ve bir bakıma tayin edilmişlerdir. (N.
Topçu, İsyan Ahlâkı, İstanbul, 2010, 24,67)” İşte burada özgülük nedir demek
gerekiyor: Özgürlük, “içten veya dıştan, iradeye yabancı hiçbir kuvvet tarafından
zorlanmaksızın, iradenin, kendi seçimi ile yine kendisini belli bir harekete
zorlayabilmesidir.(N. Topçu, Ahlâk, Haz. Ezel
Erverdi-İsmail Kara, İstanbul, 2005,
s.67)” İşte bir medeniyet bu
ferdiyet üzerinden toplumu eğitmiş ve ahlâkını kurmuş ise o toplum ve medeniyet
insanlık için insanlararasılığı olan bilgiyi, bilgeliği ve hareketi var etmeye
namzet olabilir. İşte bugünün insanı için hayat son derece zorlaşmış bir ahlâk
kuyusuna dönüşmüş bulunmaktadır. Topçu’nun tabiri ile “Dünyamız iki dünya yaşıyor: Biri yorgun ve
kindar maddenin içinde doymak bilmeyen sürünen dünya, öbürü her an kendini
geçmek ve kendi yarattığı aşk içinde telef olmak için kendi sınırlarını aşmak
isteyen, sonsuzluğa sıçrayıp Allah’a kavuşmak isteyen ruhun dünyası. İki
dünyanın içinde bir insan, bir varlık hâlinde yaşıyoruz.” N. Topçu, Ahlâk
Nizamı, İstanbul, 1970, s. 19) Merhamet, hürmet ve mesuliyet üzerinden hayata
bakan Topçu günümüz muktedirleri için çok naif ve hayat gerçeklerinden çok
kopuk görünebilir. Lakin kendisini Allah ile irtibatlı bir düzlemde
anlamlandıran ve hayata ve dünyaya o görüş üzerinden bakma iddiasında olan
herkesin yolu Mehmet Akif, Nurettin Topçu, Aliya İzetbegoviç gibi ahlâk
bilgelerinin dünyasına düşüp modern zamanlarda bize dikkat diyen tefekküre bir
kula vermek zarureti ileri teknoloji kadar hayatîdir. Sevgi, Topçu için
merhamet, hürmet ve mesuliyet bağlamında aşk ile birlikte öne çıkar: “Sevginin yaşanmadığı hep nefretlerin
barındığı ve kalplerin çarpıştığı bir cemiyette, hayat yaşamaya değmez hâl
alacaktır. Hayat yük olacak, aile içi kahredecektir. Mektep usanç verecek,
mabet sevilmeyecektir. Kalpleri ve kafaları bir noktada, bir sevgi mihrakında
birleşmeyen insanlar gerçek vatandaş hayatını, milli birlik saadetini
yaşayamazlar. Bu söz, mücerret bir kelimeden, kuru bir laftan ibaret kalır.
Görüşlerin çatıştığı, kalplerin çarpıştığı yerde ise zümreler birbirini ezer,
kuvvetler birbirini kırar. Gazeteler halkı teşhir, hatta terzil etmekten
hoşlanır. Ümit ve iftihar konusu olması beklenen gençlik, ümitler harcar; habis
emelleri uğrunda onu kullananların elinde yıkıcı olur, bilmeden mefahire ve
vicdana saldırır. Münevver geçinenler halktan ayrılır; milletin kendi
evlatları, onun mukadderatına düşman kesilirler.” (N. Topçu, Yarınki Türkiye, İst, 2010, s. 56) Topçu başka bir yerde “sevgiden ayrılmayan hürmet, ahlâkımızın
temelidir… Hürmet, insanadır, eşyaya hürmet edilmez” diyerek bahsettiğimiz
bütünlüğe işaret etmiş idi. Medeniyetçi milliyetçilik olarak ifade etmeye
çalıştığımız hareket içinde şüphesiz Topçu’nun ahlâka dair bu yaklaşımları
milletimizi ve insanlığı selamet sahiline götürüp içine doğru çiçeklendirecek
bir içeriği taşır. Bilgeleşmek bilmek değil hareket etmektir.
Hak için
Olsun.
Vesselam