Medeniyetçi milliyetçiliğin aklı yahut Nurettin Topçu'da gönül aklı
İnsanda bulunan düşünme yeteneğinin iki merkezden gerçekleştiğini
kültürümüz bize öğretiyor. Bunlardan birisi beyin ve akıl, diğeri kalp ve gönül
merkezidir. İnsanın kendi varlık kapasitesini bilmesi, varlığı bilme imkânının
da sınırlarını belirler. Ferdin kendözünü bilmesi onun varlığın özü ile hakikat
üzerinden kuracağı bir irtibat ile öz-biçim terkibi ve ahengi içerisinde hayat
içinde kendini gerçekleştirmesini mümkün kılar. İşte kişide düşünme
imkânlarının alanı bu alâkanın da derinlik ve genişlik alanını gösterir. O
vakit kalbimizin düşünme pratiğinde neler olabilir? Aşk ve edeb medeniyeti olan
mânâ dünyamızda tevhid ve amelin bizi vardıracağı bilgelik ve saadet şehrimizi
nasıl erdemli kılar? Bizim medeniyetimiz toplum-devlet-şehir kurarken kendi
içinde bir olgunlaşma, erdem ve bilgelik gayesi güder. Bu naif bir iyi niyet ya
da teorik bir avarelik; temenni değirmeninde laf dövmek asla değildir. Düşünen
kalp ile insan beyninde ve aklında olanı kalp-gönül ikilisiyle nasıl yapar?
İnsan beyin-akıl ve kalp-gönül hâllerinden müteşekkil bir mecmuadır, demek fazla
mı mübalağa taşır. İnsan kalbinde gönlüyle düşünürken, tıpkı beyninde aklıyla
düşündüğünde olduğu gibi, birtakım hâlleri, kavramları ve yöntemleri takip
ederken neler yapar ve yaşar? Tasavvuf bunun ilmi midir? Fıtratın mizacını
bulması nedir? İşte tam burada ahlâk gündeme gelir. Bir hadiste “ahlâk dinin
kabıdır”, denilirken ne kastedilmiştir? Kalbin gönül üzerinden düşünmesinde
insan sevgi ve aşk yolunda nasıl oluşur? Sözün bu yerinde merhum Nurettin
Topçu’nun yörüngesine girmek doğru olacaktır: Topçu’nun“Sevgiden ayrılmayan
hürmet, ahlâkımızın temelidir. Hürmet hayatın her sahasında, ailede, okulda,
alışveriş yerinde, gazetede, siyasette, sanatta ve dinde yaşatılır.” (N. Topçu, Kültür
ve Medeniyet, İst., 2008, s. 81.), tespitleri sevginin doğurduğu
hürmet, hayata tüm alanlarda bir düzen kavramı olarak gönül aklımızca ortaya
konur gibidir. İnsan bir saygı varlığıdır. İçine çiçeklenen ve göklere doğru
büyüyen bir mefkûre sevgi ile kendini var eder. Sevmek onun öncülüdür. Kendini
bilmenin yolu sevmek ve belki de önce kendini anlamak ve sevmekle başlar. Marifet
ve muhabbet kavramlarının özünün kaynağı da burası olmalıdır. Saygı duymak
sevgi ile birlikte yol aldırır. Bu iki kavram esasen insanın yer kürede kendini
var hissetme meseleleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bir medeniyet insan
tasavvurunda hangi tohumu taşıyorsa toprağında sürgünler o çiçeği açar, o
meyveyi verir. Hülasa aslında ne varsa faslı o olur. Topçu’nun Saygıyı duyan
insanın asıl kendi ruhunda büyüklük yaşanmaktadır. Saygısı ne kadar çok ise
insan o kadar büyüktür. Büyük ruhlar, büyük saygıların barındığı yerdir (N. Topçu, Ahlak, İst., 2005, s.
37-38.), yaklaşımı aslında insan içinde ne varsa onu sızdırır sözünü
düşündürmektedir. Bilgelik tohumu yeşertmek isteyen bir medeniyet buna göre
insan var ederken mitolojileri teolojiyle ya da çıkarla sarmalayan kutsalımsı
yaklaşımlar da buna muvazi bir hâli tevlit ederler. Küpün içinde ne varsa
kaymağı ondan olur ve içinden o sızar. İşte kalp gönülde düşünürken sevgi ahlâkı
ile hürmet duygusu içinden insanın kendisi ve varlıkla ilişkisi üzerinden
bilgeliğin yolunu var etmeye çalışır. Kalp tam buradan kendini bildiğinde diğer
bir hâl de onu takip eder. Kutadgu Bilig’de fayda prensibi ile ortaya konulan
diğeri için beklentisiz iyi isteme ve bunun için çalışma hâlini gönül düşünmeye
başlar ve akıl bunu idrak eder.
İşte tam o yerde insan çevreye başka nazarla bakarak düşünmeye
başlar. Topçu’nun Hürmet benliğimizden taşarak âleme yayılan bir hâl olunca,
her şeyin her varlığın ve özellikle her insan ruhunun nefsimizden ziyade
sevilmesi demek olan merhameti doğuruyor. O âlemdeki sefaletin, büyük bir gözle
yüksek bir güneşten seyredilmesi gibidir. Bütün varlıklara külli irade olarak
uzanamayışın, bütün sefaletleri kemale ulaştıramayışın yalvaran azabıdır. N. Topçu, İslâm
ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, İst., 2008, s. 91.) tespitleri ile
bize merhamet kavramını anlatır. Kutadgu Bilig bu mânâda bir gönül yerinden
siyaset ve medeniyet bakışını anlatan bir eser olarak medeniyetimizin gönül hâlini
makul kılarak bize ilkeler üzerinden konuşur. Türklerin medeniyetçi aklı gönül
ve aklın, öz ve biçimin ahenkle birleştiği yerde başlıyor. Burada ne soyluluk
ne burjuvalık vardır. Bilgeleşen bir insan ve toplum hâli anlatılır. Yusuf Has
Hacip, Ahmet Yesevi gibi şahsiyetler kategorik değer ikonları olmanın ötesinde
mahiyete dair önemli birer abide hükmündedirler. Yaratılanı yaratandan ötürü
seven Yunus’un dünyası da aynı kaynaktan beslenir; sade, samimi lakin derunî ve
insanî. Nihayetinde sevginin gönül ve kalpteki düşünme eyleminin sonucu olarak
aşk ile birlikte zuhuru anlaşılabilir bir şey olmanın ötesinde insan tarafından
kavranabilir makul bir yer hâline geldiği nokta Türklerin medeniyetçi aklının
teşekkül ettiği yerdir. Bu sıradan ve sürükleyen bir maneviyatçılık olmayıp
Farabi tarafından nazariyesi yapılan saadet/mutluluk yani erdem şehrinin
zeminidir. Medeniyetçi milliyetçilik de bununla ilgilidir. Merhamet bu bakımdan
aklın bir erdemi olmakla birlikte kalbin gönül ile düşünmesinin hâsılasıdır.
Topçu’nun tabiri ile Merhamet, âlemşümul bir ruh hareketi, sonsuz bir
sevgidir. Merhamette ilahi bir sima barınır. O, kin ve garazkârlık gibi, egoizm
ile kuvvetten de nefret edicidir. Merhamet, insanî zaaflar cinsinden pasif bir
ruh hâli değildir; insanın kendine üstün bir kudretin, ebedî olması istenen
varlığın zevalini seyretmesidir. (N.
Topçu, Yarınki Türkiye, İst., 2010, s. 47.) Zamanın güç ve çıkar
toplumu kendi medeniyetinde kalp ve gönül üzerinden düşünmeyi hamakat sayıyor.
Doğuda kadim değerlerden dem vurulan her yerde de bu sesin akisleri duyulunca
ne yazık ki insanlık başı boz kalıyor. Abdulmuttalib’in develeri hâlâ Ebrehe’nin
elinde. Kabe’yi sahibi korur! Bizim medeniyetçi milliyetçiliğimiz insanlık
davamızın dilimiz ve dinimiz üzerinden kendimizi ve kendözümüzü anlama
eylemidir. Bir medeniyet kuran millet kendi köklerini destanlarından mitolojik
zamanlarından tanırsa kendini de beyin-akıl ve kalp-gönül ahengindeki bir
insaniyet ile kuracağı insanlararası bir yerde bulur. Topçu merhumun dediği
gibi: Kur’an’ın bize anlattığı kalp adamı da Hz. İsa’nın söylediği gibi
merhametle düşünenler, merhametle görenler, ancak merhametle tanıyanlardır.
Alemi içinden tanıyışın sırrını veren merhamet, bizi hayata bağlayan en büyük
kuvvettir. Topçu, Yarınki Türkiye,s. 189.)
Modernlik ararken kendi bahçesindeki
hazineleri uzak diyarlarda bulma çabası içindeki yığınlar bigâne yıllar
kaybediyorlar. Bir de kendi bahçesini tarumar edip kuşa kurda yem edenler var
tabii ki. İdeolojik ve iktidar hesapları ile tüketilen kaynaklar ve verilen
zayiat ise diğer yandan telafisi güç durumlar oluşturuyor. Hürmet ve merhametin
birer naif insanlık durumu olmanın ötesinde bir düşünce biçimi, hayat tarzı ve
dünya görüşü olduğunu fark etmek kendözümüz yolunda şüphesiz fayda ve iyilik istikametinde
medeniyetimize kıvam kazandıracaktır. Bunu söylemek ötesinde eylemekle yaşamak
ise yapmadığınız şeyleri söylemeniz Allah
nazarında en tiksinti verici şeydir, ikazına muhatap olmaya yol açmaz mı?
Medeniyetçi milliyetçilik ahlâkında millet nasıl köklerinden beslenir ise
milletin değer dünyası da kendi mânâ menbaları ve insanlığın bilgelik
kaynakları ile mayalanır. Burada tevhidi düşünmek ve hermetik bakışı göz ardı
etmemek gerekir diye düşünüyoruz. Kendözümüze
medeniyet merkezli baktığımızda devlet-toplum-şehir üçlüsü bahsedilen
kavramların ahlâk kabı içinde kendiliğini düşünmeye başlar.
Hak için Olsun
Vesselam