Medeniyetçi milliyetçiliğin adalet ilkesi yahut Nurettin Topçu'nun adalet tefekkürü
İnsan bazen içine doğru
çiçek açarken kimi vakit de içine doğru kırılır. Kendi kırıkları ile canı
yanarken insanın tebessümle bakması ise başka bir âleme dair hâl olsa gerek.
Hakkaniyet ve insafın gölgeleşip hayattan çekildiği anlar, zamanlar, asırlar
insanın ve insanlığın içine doğru kırıldığı vakitlerden olarak
görülebilir. Bosna’da ağlayan bir
kadının gözleri, Karabağ işgalinde feryat eden bir annenin avazı, Kerkük’te,
Kıbrıs’ta gözyaşına kan bulanan hanımlar, Gazze’de kandan günlerde hayat gemisi
yüzdüren o mücahideler hep içine doğru çiçeklenmeyi beklerken kuyuya düşen ve
içine doğru kırılan insanın hallerini gösterir. Esasen zulüm, yahut cahiliye
insanlığın ufkunda ne zaman görülse yaşanacak olan mukadder durum dünyanın
herhangi bir yerinde bundan farklı değildir. Güney Amerika, Afrika, Uzak Asya
bu kabilden kırılmalar kıtası olarak modern zamanları yaşamıyor mu? Bunca
mazlumiyet ve istismar içinde Nurettin Topçu’nun enfes tespiti ile başlayalım: Mazlum
yaşamaya razı olan, adaletsiz insandır. Adil insan, istismar etmeyen ve
istismar edilmeyen insandır.
Bunların
yaşandığı yerde medeniyetçi milliyetçiliğin merhamet ilkesi yok olmuş lakin
esasen onun oluşturacağı bir insanlık müştereği de görünmez olacaktır. Merhamet, içtimaî nizam içinde afakî bir
müşterek ölçü hâline geldi mi adalet adını alır. Merhametle mesuliyetin
dışında, kendiliğinden var olan objektif (afaki) adalet, gerçekten adalet
sayılmaz. Adil insan, merhametli ve mesul insandır. Hakiki adalet, ruhi cevher
olan merhametin cemiyet içerisinde eşitlikle yapılan tatbikatıdır. Merhamet ve
mesuliyet iradesine sahip insanın adil olmamasına imkân yoktur. (Topçu, İslâm
ve İnsan, Mevlânâ ve Tasavvuf, 93-96.) İnsanın adalet bilgeliğine
ulaşması için akıl, kalp ve şehvet güçlerinin itidal bulması gerekir. Merhamet
ilkesi mesuliyetle birlikte hayatımızda nizam bularak müşterek bir hâle gelirse
toplum adalet erdemi taşırken, devlete bu teşkilatın yansıması ise adalete
müstenit hukukun ve kanunun oluşmasını sağlar ve şehir ve şehirler, ülke ve
ülkeler genel olarak merhamet ve mesuliyet ilkesi ile insanî olanı cahiliye
olanın karşısına diker. İnsanların hangi değer maskesi taktıklarından bağımsız
olarak adalet, bir ahlâk ilkesidir ve tüm iddiaların test edildiği bir
miyardır. İstediğiniz kadar bilgece ve derunî şeyleri temsil ettiğinizi iddia
edin bir kritik andaki duruşunuz kadar iddianızdan nasiptarsınız demektir. Benden
olmayana benden olan kadar mesafede durabiliyorsanız medeniyetçi milliyetçilik
nazarında kemâl olana yakınlığınızın sınavından geçiyorsunuz demektir.
Adaletin
hakla, hukukla ilgisi kadar liyakatla da alâkası vardır. Esasen ahlâkın
meseleleri bir halı örgü ve düğümleri gibi bütün hâlinde mânâlı bir hâl
oluşturur. Adalet meselesi bir şeye layık olmak noktasında da yine insanların
dikkat etmesi zarurî olan bir ilkedir. Topçu Bey’in kavlince Adalet, herkese
layık olduğunu vermektir. Adaletin temelinde eşitlik bulunmakla beraber, her
zaman eşitlikle beraber olmayabilir. Çünkü herkesin layık olduğu şeyler
başkadır. Bir şeye layık olmanın, yani ona hak kazanmanın şartları ferdin
kullandığı kabiliyet ve onun ihtiyaçlarıdır. (Topçu, Ahlâk, 92.) İşte
burada toplumun kendi haklar hiyerarşisi içerisine eşitlik ilkesi liyakat ile
birlikte gelir. Bir şeye layık olanın orada olması adalet oluyorsa Hz. Mevlânâ’nın
dediği üzere çiçekleri sulamaksa adalet, dikenlere su vermek zulüm olmaktadır.
Kutadgu
Bilig’de Yusuf Atam iyilik diye bir ilke ortaya koymuştur. İnsanın neden ve
niçin adalet yolunda olması gerektiğine dair eylem psikolojisini var eden
yaklaşımın temelinde iyilik vardır. İnsan iyi ise adil olmak ister. İyiliği
emredip kötülükten sakınma ilkesi de buna dair bir bilgeliğe çağrıdır. Bütün iyilikler bilginin faydasıdır. Sen
her iki dünyayı arzu ediyorsan, bunun çaresi iyilik yapmaktır. İyi, halka
faydalı olan ve bundan dolayı ona zevk veren şeydir. İyinin vasfı faydalı olmaktır. (Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, 27-26, 240), derken Yusuf
atam asırlar öncesinden zamanın modern mi eski mi yeni mi olmasından bağımsız
bir ilkeyi medeniyet hayatımız içinde Türkistan’da ortaya koymuş idi. Bu bir
retorik ya da temenni değil insan olmanın potansiyel halinden bilgelik arayan
bir medeniyetin insan tasavvurunun ortaya konulması idi. Amasız fakatsız, lâkinsiz
anlaşılması gereken bir durumdan bahsediliyor. İşte tam burada “modern” zaman
bilgemiz Nurettin Topçu o eski mânâyı yeniden hayatımıza söyler. İyiliği
emreden vicdanın yarattığı duygu, bizi adalet yolunda harekete geçirmektedir.
Böylece merhamet, adaletin kaynağı olmuş olur. Adalet, onun akıl ölçüsüne
girmiş sonucudur. Merhamet, adaletin de kaynağıdır. Fakat birincisi içsel ve
doğuştandır, ikincisi dışsal ve düşünülmüştür. Adalet öğrenilir, lakin
merhametli doğulur. (Topçu, Ahlâk, 97.) Bizi harekete geçiren
şey korku, kaygı, siyaset değil vicdanın iyilik hâlinin medeniyet ilkesi olarak
toplum, devlet, şehir hayatında teşkilatlanmasıdır. Bu bakımdan aklımızı
kullanarak medeniyetçi milliyetçilik olarak bahsedilen çerçevenin içinde
merhamet, mesuliyet, liyakat ve adalet ilkelerini bir politik mevzu olarak
değil insanın kâmil, erdemli olması yolunda bir mesele olarak algılamak
gerekmektedir. Şahsiyet denilen şey de tam burada parlar. Hak burada zuhur
eder. Bir denge şahsiyetinin ortaya çıkması gereklidir: Başkaları için
yaşayan, başka yaşayışların gayeleri ile hareket eden insan, adil insan
değildir. Adil olabilmek için, hür yaşayabilecek kadar kuvvete kavuşmak,
benliğinde bu kuvveti yaratmak lazımdır. Mazlum yaşamaya razı olan, adaletsiz
insandır. Adil insan, istismar etmeyen ve istismar edilmeyen insandır;
zorbalığa karşı gelen insandır, hakikati kuvvet yapan insandır. Ancak bu insan,
hareket ahlâkının samimi sahibidir. (Topçu, Yarınki Türkiye,
25-27.) Hakikati kuvvet yapanların medeniyetini aramaktır, medeniyetçi
milliyetçilik. Kendi mitolojik çağından destan devrine tarihinde şahsiyetini
bilen fert bunu kendi ahlâk tarihi içinde yaşayarak insanlık hikâyesine
dönüştürür demek yanlış olur mu? Modern zamanın Türkleri, Türkistanlılık mefkûresi
içinde medeniyetçi milliyet hareketi içerisinden bunları tefekkür eden hayatın
mensuplarıdır. Burada müntesip olunan değil mesul olunan vardır. Adalet ise
retorik bir uyuşturucu yahut güzelleme değil su gibi hava gibi hayatta yaşanan
bir değerdir. İçimizdeki kırıklar belki de bir zaman sonra çiçeklerin zemini
olur. İnsan bilgeleştikçe medeniyette olgunlaşır.
Hak için olsun
Vesselam