Köle ahlâkına karşı medeniyetçi mesuliyet yahut Nurettin Topçu'nun merhamet adamı
Mesuliyet insanının durumu yerkürede
derinlere kök salarken göğe doğru dallarıyla varlığa meyve sunduğu bir hoş hâldir.
Bu hâlin başı sorumluluk, nihayeti faydadır. Hz. Mevlânâ bir hikâyesinde “Padişah
dedi ki: İnsanın elde ettiği şey, zararsa çalışmamasından ileri gelmiştir,
kârsa çalışıp çabalamasından/ Yoksa Âdem, ‘Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik’
der miydi?/ Bu suç, bahtımdan. Kader böyleymiş, ihtiyatın, tedbirin de faydası
var, derdi/ İblis gibi hani. O da ‘Sen beni azdırdın. Hem kadehimizi kırıyor,
hem de bizi dövüyorsun’ demişti ya/ Hâlbuki takdir haktır ama kulun çalışması
da hak. Kendine gel de koca şeytan gibi kör olma/ İki iş arasında tereddütte
kalıyoruz. Hiç ihtiyarımız olmasa bu tereddüt olur mu?” (Mevlânâ, Mesnevî, VI,
s.35), derken insanın dengede bulunarak kendözünü bilme hâlini gösteriyordu.
İnsan kendi eliyle medeniyet kurar, aklıyla oluşturur ama çektiği de eliyle
ettiğindendir. Nurettin Topçu tam burada “Biz
gördükçe düşünüyoruz, düşündükçe görüyoruz. Ve her an görüşümüzün ufukları
genişledikçe insanlığın her derdine deva olmak isteğiyle doluyoruz. Kendi
kendimize hem teklif hem de kabul ettiğimiz mesuliyetlerimizin sahası genişliyor.
Çok, tahammül edilmeyecek kadar çok genişlediği zaman, sonsuzluğu temaşa
ettiren vecdin kucağında selametle huzuru buluyoruz.” (Topçu, Yarınki Türkiye, s. 61) İşte insan
bilinci kendisi, varlık ve toplum arasında bir denge bulduğunda mesuliyet bilinci,
medeniyetçi milliyetçi de gelişmeye başlar. Siz buna kâmil ruh, Müslüman ahlâkı
ve aklı, Türk olmak iradesi de diyebilirsiniz ki medeniyet var etmenin esası
bilgelik zemininde hayatı değerlerle anlamlı ve hayatı insan için yaşanır
kılmaksa hepsi anlaşılır ve makuldur. Hülasa Türkler için insanlık adına var
edecekleri düzen; yani kendi kültürlerinden var edecekleri insanlar arası
ülkülerle bezenmiş nizam bir retorik, güzelleme olmanın ötesinde sade, sahici,
samimi, basit lakin hayatı anlamlı kılan ve insanın mana anlayışına karşılık
gelen değerlerin toplum-devlet-şehirde canlanacağı bir gayeyi takip etmek
esasında şekillenecektir. Bu da bir sorumluluk ve ahlâkın içerdiği insan ruhu
ve aklının oluşturduğu gerçeklik düzleminde mümkün olacaktır. Hülasa insanın
toprağa doğru kökleşmesi metaforik olarak kaynaklarından beslenmek ve göğe
doğru açılmak ise göklerin hikmetine koşmak manasını da taşır.
İnsan bir şuur varlığıdır. Hangi
fikre, mezhebe, inanca, tarihe mensup olursanız olun bir şuurun mecmuası bir
hasılasınızdır. İnsanın bilincinde toplanan bilgi onun hareket ve sorumluluk
sınırlarını doğru, güzel ve iyi kavramları etrafında çizer. Ahlâk, yani insanın
varoluş algoritması işte bu şuurlar ile var olur ve harekete geçer: “Ahlak meselesinin merkezinde sorumluluk
vardır. Sorumluluk kavramı şu veya bu kötü fiilin sonucu ortaya çıkan
sorumlulukla karıştırılmamalıdır. Sorumluluk müspet manadadır, sorumluluğun
kaynağı şuurdadır. Sorumluluk ruhi hayatımızı teşkil eden bir inanç hayatı
içerisinde ortaya çıkmaktadır. Sorumluluk, düşünme faaliyetini doğurur ve insan
düşündükçe, yapacağı hareket karşısında kendini daha sorumlu hisseder.”, derken
üstadımız Nurettin Topçu varlık, insan ve hayat arasındaki o denge ve bağın ahlâk
çerçevesindeki hâlini anlatır. Tefekkürsüz katı normların oluşturduğu bilinçsiz
hareketler sadece inanç memuru var ederken, hisseden insan kökleriyle yerden
gönlüyle göklerden aldıklarını insanlığa fayda olarak döndürür. İnsan bu
bakımdan alemin merkezi ve kültürel varlığından önce eşrefi mahluktur.
Mesuliyet taşıyan bilinç varlığı olarak insan ahlâkî bir hareket olarak hayata
değer katar. Manasını bulur. Kendözünün gayesine vuslat eder: Topçu merhum, “Sorumluluk duygusu insanda doğar ve insanı
harekete mecbur eder, bu anlamda isyankârdır, hürriyetin de kaynağıdır.
Sorumluluğun var olması için, bilgi ile hürriyetin varlığı şarttır.
Davranışlarımızda hür oluşumuz, bizde ahlâkî mecburilik yani ödev doğurur. Ödev
de sonuç olarak sorumluluk yaratır. Sorumluluk, hareketlerinin doğurduğu sonucu
kabullenmek kendi üzerine almaktır. İki türlü sorumluluk vardır: Biri dışsal
veya hukukî sorumluluk, öbürü içsel veya ahlâkî sorumluluk.” (Topçu, Ahlâk, s. 177-179), Hürriyetin kaynağı olacak bir isyan, medeniyet
var eder mi? Bilgi ve hürriyet arayan kaç isyan gördü insanlık? Tahrip etmeye
değil imara mesul gelen kaç ayaklanma yaşadı yaşlı küremiz? İnsan kendi dışına
fayda olup taştıkça içinde açan çiçeklerin güzelliği alemi sarar. Elinde
zincirlerle gezen kurtarıcılar insanlığa bugüne kadar ne verdi? Hitler bir
soykırımcı idi, ya Stalin? İnsanlık ona karşı Türkistan’daki soykırımları ve
insanlığa karşı suçları karşısında neden suskun? Hitleri yenmede muktedirlerle
olduğu için mi, yoksa mazlumlar genelde Türk ve Müslüman oldukları için mi? Bu
meyanda Ukrayna’da yaşanan, Volga Almanları gibi halklara yapılan zulüm de
diğerleri ile atbaşı gider. Neden bunlar akla geldi şimdi denirse, bilgi ve
hürriyet arayan bir isyan sorumluluk getirecekse olmaması gerekeni hatırlamak
elzem değil midir? İşte burada merhamet kavramı, medeniyetçi milliyetçi için
devreye girer. İnsanlığın sorumluluğunu üstlenmek için olması gereken o
çiçeklenmenin adı merhamettir. Ama bu bir atıfet, bağış, acıma, hoşgörü,
müsamaha değildir. Emanete sahip olmaktır: “Merhametle
kurtuluşa eren ruh etrafında kurtaracak başka varlıklar arar; başkalarına ait
mesuliyetler yüklenir. Başka sefaletlerin azabını çeker. Haykırıcı, saldırıcı
olmaktan çıkar; ızdırap çeken, kurtarmak isteyen, insanları Allah’tan emanet
telakki eden, başkalarına aşk ile yaklaşan bir ruh kazanır. Merhamet
çekirdeğinden fışkıran mesuliyet ağacı, insanı mahdut ve mütenahi bir varlık
olmaktan çıkarır, sonsuz ve ebedî bir hayatın sahibi yapar.” (Topçu, İslâm ve İnsan Mevlânâ ve Tasavvuf, s.
16) Aşk imiş her ne var âlemde… İşte burada bir insan tasavvurunun teşekkül
ettiği resmi görüyoruz. Adam sendeci olmayan, benden sonrası tufan demeyen ve
aşk ile seven merhamet toprağında yeşerip sonsuzluk ağacında meyve veren bir
aklın ve gönlün düşünceleri bu hâlin sahibi olacaktır. Topçu Bey’i anlamayan
yahut yanlış anlatan herkes politikanın girdaplarından hayata bakarken pusulası
şaşan kimseler oluyor. Zira Topçu Bey taraf olmayı, bizim adamcılığı, bu
bizdenciliği, bizim arkadaşımızcılığı değil insan olmanın gereğini ahlâkla
anlatıp gitti. Kimsenin o aynada kendine bakmak işine gelmiyor. Zira o aynanın
adı “kral çıplak” aynasıdır.
Bu bakımdan şuur ve ahlâk adamı
mesuliyeti önemlidir: Topçu merhum “Biz ne için ve kim için çalıştığını bilen insan
istiyoruz. Gözlerini kapayıp, vazifesini yapan cemiyet gönüllüsü, köle ahlâkı
yaşatan bu namuslu adam, bizim için hem bir şuursuz, hem de tehlikeli bir
oyuncu, bir zorbaya esir ve bir esire zorba olabilir. Bu insan, şuura düşman
olduğu halde herkese dost görünen, herkes ile dost geçinen ve karakterini her
akıntıya kaptırmaya hazırlanmış esirdir.” (Topçu, Yarınki Türkiye,
s. 26) Bu mutad iyi adamlar, bu ahlâk memurları hayatı kemiren ve sureta var
olan iyiliğin taşeronluğunu yaparken millete vurulan darbelerin asıl mesulü
olduğunu anlamayan çıkar adamlarıdır. İnsanın ettiği kendinedir: Mevlânâ
Celaleddin “Sen de bilir, anlarsın ki, bu
işin karşılığı. Yoksa adalet sahibi olan Tanrı takdiri, insana yaptığına uygun
olmayan cezayı nasıl olur da verir?/ ...Suçu kendine bul, tohumu sen ektin.
Tanrı’nın mücazâtiyle, adaletiyle uzlaş.” (Mevlânâ, Mesnevî, VI, s.36.),
nidasıyla mesuliyetin gerçek amirine işaret ediyordu. Üstadımız Topçu merhum bu
meyanda devam ederken: “İnsan köklerine
başkalarının salacağı suyu bekleyen ağaç değildir. Pascal’ın tarif ettiği bu
“düşünen kamış”, kendi vereceği çiçeklerden yine kendisi sorumlu olan bir
ağaçtır. Kendi hâlinin mesuliyetini yüklenmeyip de kabahatleri sadece kendinden
evvelkilere yükleyen ve böylelikle hafiflemek isteyenler, yaşarken ölümü
kabullenen ruhlardır. Biz ıstırabı erkekçe çekmesini bilenlere bağlanıyoruz.” (Topçu, Kültür ve Medeniyet, s. 94) “İnsan
çalıştığının semeresinden başkasına nail olamaz” meâlindeki âyetten daha âdil hangi terazi vardır. (Mevlâna,
Mecâlis-i Seb’a, Kırkambar Kitaplığı, Ter. Mehmet Hulusi, İstanbul, 2001, s.
15), derken Mevlânâ hazret buna işaret ediyordu. “Medeniyet ve milletleri yıkmak isteyenler, millet çocuklarının
ebediliğe doğru ilerleyen tarihî akışları üzerinde sahip oldukları mesuliyet
iradesini ortadan kaldırıyorlar.” (Topçu, Kültür ve Medeniyet, s. 131) derken Topçu zalime ve zulme
karşı adil bir akılla bakamayan namuskârların hâlini ortaya koyarken diğer
yandan medeniyet ile milleti ve milletleri ihya etmenin yolu yordamını da
anlatıyor. Lakin modern hayatımız ve çıkarlarımız bu kral çıplak aynasına
bakacak kadar namuslu, ahlâklı ve samimi değil galiba. Kültürel değerler bu
mutat iyiler bu cemiyet gönüllüsü, köle
ahlâkı yaşatan bu namuslu adamlar tarih boyunca bir medeniyet ağacının içindeki kurt olduklarının farkında
mıdırlar acaba? Akıbet hayrolsun.
Hak için Olsun
Vesselam