10 Aralık 2024

Köle ahlâkına karşı medeniyetçi mesuliyet yahut Nurettin Topçu'nun merhamet adamı

 

 

 

Mesuliyet insanının durumu yerkürede derinlere kök salarken göğe doğru dallarıyla varlığa meyve sunduğu bir hoş hâldir. Bu hâlin başı sorumluluk, nihayeti faydadır. Hz. Mevlânâ bir hikâyesinde “Padişah dedi ki: İnsanın elde ettiği şey, zararsa çalışmamasından ileri gelmiştir, kârsa çalışıp çabalamasından/ Yoksa Âdem, ‘Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik’ der miydi?/ Bu suç, bahtımdan. Kader böyleymiş, ihtiyatın, tedbirin de faydası var, derdi/ İblis gibi hani. O da ‘Sen beni azdırdın. Hem kadehimizi kırıyor, hem de bizi dövüyorsun’ demişti ya/ Hâlbuki takdir haktır ama kulun çalışması da hak. Kendine gel de koca şeytan gibi kör olma/ İki iş arasında tereddütte kalıyoruz. Hiç ihtiyarımız olmasa bu tereddüt olur mu?” (Mevlânâ, Mesnevî, VI, s.35), derken insanın dengede bulunarak kendözünü bilme hâlini gösteriyordu. İnsan kendi eliyle medeniyet kurar, aklıyla oluşturur ama çektiği de eliyle ettiğindendir. Nurettin Topçu tam burada “Biz gördükçe düşünüyoruz, düşündükçe görüyoruz. Ve her an görüşümüzün ufukları genişledikçe insanlığın her derdine deva olmak isteğiyle doluyoruz. Kendi kendimize hem teklif hem de kabul ettiğimiz mesuliyetlerimizin sahası genişliyor. Çok, tahammül edilmeyecek kadar çok genişlediği zaman, sonsuzluğu temaşa ettiren vecdin kucağında selametle huzuru buluyoruz.” (Topçu, Yarınki Türkiye, s. 61) İşte insan bilinci kendisi, varlık ve toplum arasında bir denge bulduğunda mesuliyet bilinci, medeniyetçi milliyetçi de gelişmeye başlar. Siz buna kâmil ruh, Müslüman ahlâkı ve aklı, Türk olmak iradesi de diyebilirsiniz ki medeniyet var etmenin esası bilgelik zemininde hayatı değerlerle anlamlı ve hayatı insan için yaşanır kılmaksa hepsi anlaşılır ve makuldur. Hülasa Türkler için insanlık adına var edecekleri düzen; yani kendi kültürlerinden var edecekleri insanlar arası ülkülerle bezenmiş nizam bir retorik, güzelleme olmanın ötesinde sade, sahici, samimi, basit lakin hayatı anlamlı kılan ve insanın mana anlayışına karşılık gelen değerlerin toplum-devlet-şehirde canlanacağı bir gayeyi takip etmek esasında şekillenecektir. Bu da bir sorumluluk ve ahlâkın içerdiği insan ruhu ve aklının oluşturduğu gerçeklik düzleminde mümkün olacaktır. Hülasa insanın toprağa doğru kökleşmesi metaforik olarak kaynaklarından beslenmek ve göğe doğru açılmak ise göklerin hikmetine koşmak manasını da taşır.

 

İnsan bir şuur varlığıdır. Hangi fikre, mezhebe, inanca, tarihe mensup olursanız olun bir şuurun mecmuası bir hasılasınızdır. İnsanın bilincinde toplanan bilgi onun hareket ve sorumluluk sınırlarını doğru, güzel ve iyi kavramları etrafında çizer. Ahlâk, yani insanın varoluş algoritması işte bu şuurlar ile var olur ve harekete geçer: “Ahlak meselesinin merkezinde sorumluluk vardır. Sorumluluk kavramı şu veya bu kötü fiilin sonucu ortaya çıkan sorumlulukla karıştırılmamalıdır. Sorumluluk müspet manadadır, sorumluluğun kaynağı şuurdadır. Sorumluluk ruhi hayatımızı teşkil eden bir inanç hayatı içerisinde ortaya çıkmaktadır. Sorumluluk, düşünme faaliyetini doğurur ve insan düşündükçe, yapacağı hareket karşısında kendini daha sorumlu hisseder.”, derken üstadımız Nurettin Topçu varlık, insan ve hayat arasındaki o denge ve bağın ahlâk çerçevesindeki hâlini anlatır. Tefekkürsüz katı normların oluşturduğu bilinçsiz hareketler sadece inanç memuru var ederken, hisseden insan kökleriyle yerden gönlüyle göklerden aldıklarını insanlığa fayda olarak döndürür. İnsan bu bakımdan alemin merkezi ve kültürel varlığından önce eşrefi mahluktur. Mesuliyet taşıyan bilinç varlığı olarak insan ahlâkî bir hareket olarak hayata değer katar. Manasını bulur. Kendözünün gayesine vuslat eder: Topçu merhum, “Sorumluluk duygusu insanda doğar ve insanı harekete mecbur eder, bu anlamda isyankârdır, hürriyetin de kaynağıdır. Sorumluluğun var olması için, bilgi ile hürriyetin varlığı şarttır. Davranışlarımızda hür oluşumuz, bizde ahlâkî mecburilik yani ödev doğurur. Ödev de sonuç olarak sorumluluk yaratır. Sorumluluk, hareketlerinin doğurduğu sonucu kabullenmek kendi üzerine almaktır. İki türlü sorumluluk vardır: Biri dışsal veya hukukî sorumluluk, öbürü içsel veya ahlâkî sorumluluk.” (Topçu, Ahlâk, s. 177-179), Hürriyetin kaynağı olacak bir isyan, medeniyet var eder mi? Bilgi ve hürriyet arayan kaç isyan gördü insanlık? Tahrip etmeye değil imara mesul gelen kaç ayaklanma yaşadı yaşlı küremiz? İnsan kendi dışına fayda olup taştıkça içinde açan çiçeklerin güzelliği alemi sarar. Elinde zincirlerle gezen kurtarıcılar insanlığa bugüne kadar ne verdi? Hitler bir soykırımcı idi, ya Stalin? İnsanlık ona karşı Türkistan’daki soykırımları ve insanlığa karşı suçları karşısında neden suskun? Hitleri yenmede muktedirlerle olduğu için mi, yoksa mazlumlar genelde Türk ve Müslüman oldukları için mi? Bu meyanda Ukrayna’da yaşanan, Volga Almanları gibi halklara yapılan zulüm de diğerleri ile atbaşı gider. Neden bunlar akla geldi şimdi denirse, bilgi ve hürriyet arayan bir isyan sorumluluk getirecekse olmaması gerekeni hatırlamak elzem değil midir? İşte burada merhamet kavramı, medeniyetçi milliyetçi için devreye girer. İnsanlığın sorumluluğunu üstlenmek için olması gereken o çiçeklenmenin adı merhamettir. Ama bu bir atıfet, bağış, acıma, hoşgörü, müsamaha değildir. Emanete sahip olmaktır: “Merhametle kurtuluşa eren ruh etrafında kurtaracak başka varlıklar arar; başkalarına ait mesuliyetler yüklenir. Başka sefaletlerin azabını çeker. Haykırıcı, saldırıcı olmaktan çıkar; ızdırap çeken, kurtarmak isteyen, insanları Allah’tan emanet telakki eden, başkalarına aşk ile yaklaşan bir ruh kazanır. Merhamet çekirdeğinden fışkıran mesuliyet ağacı, insanı mahdut ve mütenahi bir varlık olmaktan çıkarır, sonsuz ve ebedî bir hayatın sahibi yapar.” (Topçu, İslâm ve İnsan Mevlânâ ve Tasavvuf, s. 16) Aşk imiş her ne var âlemde… İşte burada bir insan tasavvurunun teşekkül ettiği resmi görüyoruz. Adam sendeci olmayan, benden sonrası tufan demeyen ve aşk ile seven merhamet toprağında yeşerip sonsuzluk ağacında meyve veren bir aklın ve gönlün düşünceleri bu hâlin sahibi olacaktır. Topçu Bey’i anlamayan yahut yanlış anlatan herkes politikanın girdaplarından hayata bakarken pusulası şaşan kimseler oluyor. Zira Topçu Bey taraf olmayı, bizim adamcılığı, bu bizdenciliği, bizim arkadaşımızcılığı değil insan olmanın gereğini ahlâkla anlatıp gitti. Kimsenin o aynada kendine bakmak işine gelmiyor. Zira o aynanın adı “kral çıplak” aynasıdır.

 

Bu bakımdan şuur ve ahlâk adamı mesuliyeti önemlidir: Topçu merhum “Biz ne için ve kim için çalıştığını bilen insan istiyoruz. Gözlerini kapayıp, vazifesini yapan cemiyet gönüllüsü, köle ahlâkı yaşatan bu namuslu adam, bizim için hem bir şuursuz, hem de tehlikeli bir oyuncu, bir zorbaya esir ve bir esire zorba olabilir. Bu insan, şuura düşman olduğu halde herkese dost görünen, herkes ile dost geçinen ve karakterini her akıntıya kaptırmaya hazırlanmış esirdir.” (Topçu, Yarınki Türkiye, s. 26) Bu mutad iyi adamlar, bu ahlâk memurları hayatı kemiren ve sureta var olan iyiliğin taşeronluğunu yaparken millete vurulan darbelerin asıl mesulü olduğunu anlamayan çıkar adamlarıdır. İnsanın ettiği kendinedir: Mevlânâ Celaleddin “Sen de bilir, anlarsın ki, bu işin karşılığı. Yoksa adalet sahibi olan Tanrı takdiri, insana yaptığına uygun olmayan cezayı nasıl olur da verir?/ ...Suçu kendine bul, tohumu sen ektin. Tanrı’nın mücazâtiyle, adaletiyle uzlaş.” (Mevlânâ, Mesnevî, VI, s.36.), nidasıyla mesuliyetin gerçek amirine işaret ediyordu. Üstadımız Topçu merhum bu meyanda devam ederken: “İnsan köklerine başkalarının salacağı suyu bekleyen ağaç değildir. Pascal’ın tarif ettiği bu “düşünen kamış”, kendi vereceği çiçeklerden yine kendisi sorumlu olan bir ağaçtır. Kendi hâlinin mesuliyetini yüklenmeyip de kabahatleri sadece kendinden evvelkilere yükleyen ve böylelikle hafiflemek isteyenler, yaşarken ölümü kabullenen ruhlardır. Biz ıstırabı erkekçe çekmesini bilenlere bağlanıyoruz.” (Topçu, Kültür ve Medeniyet, s. 94) “İnsan çalıştığının semeresinden başkasına nail olamaz” meâlindeki âyetten daha âdil hangi terazi vardır. (Mevlâna, Mecâlis-i Seb’a, Kırkambar Kitaplığı, Ter. Mehmet Hulusi, İstanbul, 2001, s. 15), derken Mevlânâ hazret buna işaret ediyordu. “Medeniyet ve milletleri yıkmak isteyenler, millet çocuklarının ebediliğe doğru ilerleyen tarihî akışları üzerinde sahip oldukları mesuliyet iradesini ortadan kaldırıyorlar.” (Topçu, Kültür ve Medeniyet, s. 131) derken Topçu zalime ve zulme karşı adil bir akılla bakamayan namuskârların hâlini ortaya koyarken diğer yandan medeniyet ile milleti ve milletleri ihya etmenin yolu yordamını da anlatıyor. Lakin modern hayatımız ve çıkarlarımız bu kral çıplak aynasına bakacak kadar namuslu, ahlâklı ve samimi değil galiba. Kültürel değerler bu mutat iyiler bu cemiyet gönüllüsü, köle ahlâkı yaşatan bu namuslu adamlar tarih boyunca bir medeniyet ağacının içindeki kurt olduklarının farkında mıdırlar acaba? Akıbet hayrolsun.

Hak için Olsun

Vesselam