İmam hatipler nasıl geliştirilebilir?
1913
yılında kurulan Medresetü'l
Eimmei ve'l-Huteba’dan Anadolu/İmam
Hatip Liselerine, ülkemizde devlet ve din münasebetleri bu okulların
serencamıyla doğrudan ilgilidir. Bu okulların varlığı aynı zamanda bizim
modernleşme meselemizin de izdüşümüdür. Devletin, bu toprakların en mühim
gerçeği olan dinle arayı açmasına ya da ondan güç/meşruiyet alma ihtiyacı
duymasına göre bu okulların inişli çıkışlı çizgisi şekillenmiştir. Bu okulların
teşekkülünü, bir bakıma da, Batı medeniyetini ulaşmamız gereken bir hedef
olarak kabul ettikten sonra, oraya çıkan açıkları kapamak üzere bir yamama
faaliyeti olarak değerlendirebiliriz.
Yani, klasik eğitim/terbiye usulümüzün, ermeyi arzu ettiğimiz muasır
medeniyet seviyesine bizi taşıyamayacağına hükmettik, sonra pozitivizmi merkeze
alan bir eğitim/terbiye sistemini tercih ettik. Ancak cemiyetin yapısında din
ve geleneğin oldukça belirleyici olduğunun sarfınazar edilemez bir hakikat
olduğunu, biraz tecrübeden sonra teslim etmek durumunda kaldık. Bu gerçeğin yok
sayılması veya ihmali ortaya başka sorunları çıkartıyordu.
İşte, ilkin Medresetü'l
Eimmei ve'l-Huteba iken 1924’te İmam Hatip Mekteplerine, 1949’da İmam Hatip Kursları’na, 1951’de İmam
Hatip Okullarına, 1972’de İmam Hatip Liseleri’ne dönüşen ve daha sonra da
bünyesine Anadolu İmam Hatip Liseleri eklenen bu ortaöğretim/eğitim kurumları
bidayetinden bugüne hep tartışma konusu olmuştur.
Bu kurumlara her kesiminin bakışı farklıdır. Kimilerine göre ülkenin yüz
akı, milli, manevi değerlerine bağlı, vatanını milletini seven geçlerin
yetiştirildiği kurumlar olarak görülürken, kimilerine göre de devletin kendi
ideolojisi açısından mesele çıkarmayacak bir dini anlayışı yerleştirmek için
açtığı kurumlardır. Kimilerine göre ise irtica yuvası, muhafazakâr/İslamcı
siyasi hareketlerin insan kaynağı, kökü kazınası kurumlardır.
İmam Hatip Liseleri ile ilgili hedef ve beklentiler de birbirinden
oldukça farklıdır. “Dindar nesil yetiştirmek, İslam Dininin çağa uygun
yorumunun yerleşmesine yardım edip meydanı gelenekçi yapılara bırakmamak,
pozitif ilimlerle dini ilimleri birlikte almış çift kanatla ‘uçacak’ bir nesil
meydana getirmek. İrticaya pirim vermeyecek çağdaş, bilinçli, dindar bir sınıf
oluşturmak” gibi daha birçok amaç/beklenti sayabiliriz.
Ancak garip bir şekilde bu kurumlardan beklenenler arasında “İmamlık ve Hatiplik”
yok gibidir. İsminin İmam Hatip Lisesi olmasına rağmen ne çocuklarını bu
liselere gönderen ebeveynler nezdinde, ne bu liselerin talebeleri nezdinde, ne
de onlara ümit bağlayan başka kesimler ve kurumlar nezdinde mezunlarının İmam
ve Hatip olması ile ilgili bir beklenti mevcut değildir.
Bu durum, bu liseler için bir varoluş meselesine işaret etmektedir ve
gelinen noktada bu meselenin daha fazla görmezden gelinmemesi gerekmektedir.
Yani İsim ile muhteva arasında büyük bir uyuşmazlık vardır. Pek tabiidir ki, bu
uyuşmazlık, geçmişte büyük bir zarureti, kıt imkânlarla gidermek, bir meşruiyet
zemine basarak Müslüman bir toplumun değerlerine dayalı eğitim ihtiyacını
imkânlar ölçüsünde karşılamak gibi gerekçelerle mazur görülecektir.
Daha açıkça söyleyecek olursak, İslam’ın cemiyetimizdeki etkisinin
sıfırlanmak istendiği bir vasatta, elde edilenle yetinmek ve ondan en geniş
sınırlarıyla istifadeye çalışmak makul bir yaklaşımdır. Ancak bugün dar ve zor
zamanların vasıtalarıyla yola yürünemeyeceği görülmelidir. Ülkemiz insanı,
eline geçen her fırsatta İslam’ın bu topraklarda en başat unsur olduğunu ve
bundan sarfınazar edilmesine gönlünün razı olmadığını ihsas etmiştir.
Tek Parti dönemindeki yeni parti denemelerine gösterdiği teveccüh, ilk
serbest seçimde Demokrat Parti’yi tek başına iktidara getirmesi, merhum Erbakan’ın
partilerine, bütün aleyhte şartlara rağmen rağbeti, İmam Hatip Liselerine ve
Kur’an Kurslarına hiçbir kuruma yapmadığı maddi - manevi yardımı yapması ve
göstermediği alakayı göstermesi bunun önemli göstergeleridir.
Hatta Küresel Egemenlerin, ülkeyi tamamıyla müstemleke yapmak için,
kullanışlı bir aparat olarak neonurcu Fetö’yü kullanışlı bir aparat olarak
tercih etmesi bile millet nezdinde dinin belirleyiciliğine önemli bir misaldir.
Bu misallere siz de yenilerini ekleyebilirsiniz.
Ülkemiz yaklaşık 20 yıldır İmam Hatip kökenli bir Başbakan/Cumhurbaşkanı
tarafından idare edilmektedir. İmam Hatip kökenliler siyasette bürokraside
hatırı sayılır bir yer edinmişlerdir. Rahmetli Nurettin Topçu’nun ifadesiyle “Türkiye’nin
Maarif Davası” İmam Hatip Liseleri’ne indirgenemez. Maarif Davamızın
kendi müktesebatımıza, inanç anane ve ictimai gerçekliğimize uygun, ‘ağyarını
mani efradını cami’ bir yaklaşımla topyekûn ele alınarak hâl yoluna
konulması, bu kadroların üzerine düşen belki de en mühim birkaç vazifeden biri
idi. Lakin bu konuda perakendeci bir yaklaşım aşılamadı. İmam hatip Liselerinin
sayısını ve öğrenci mevcudunu çoğaltmak, keyfiyeti ıskalayarak kemiyete
odaklanmak, içerisi doldurulmadan, nitelikli eğitici kadrolar olmadan
tabelaları değiştirip İmam Hatip Ortaokul ve Liseleri açmakla meselenin
çözüleceği vehmediliyor.
Milli ve manevi değerlere bağlılık ve bu toprakların kurucu değerlerine
uygun müfredatı haiz bir eğitimin usul ve şartlarını meydana getirmek sadece
İmam Hatip Liseleri ile ilgili bir mesele değildir. Bütün bir eğitim sisteminin
yeni baştan ele alınıp ıslah edilmesi gerekmektedir.
İslami eğitim almış her çeşit kadro yetiştirme vazifesinin bu kurumlara
yüklenmesi, toplumun aileden sonraki en mühim birimi olması gereken mahalleye
imamet edecek, orada öncülük ve irşat vazifesini bihakkın yerine getirecek
nitelikli kadrolar yetişmesine de mani olmaktadır. Gözünü hep yüksek tahsile
dikmiş gençlerden amacına ulaşamayanlar, bedbin ve talihsiz bir eda ile imam
hatipliğe razı olmakta ve ortaya maalesef hiç de işin ruhuyla uyuşmayan bir
tablo çıkmaktadır.
Bu kurumlara yüklenen vazifenin, üzerine bir de ilahiyat fakültesi
eğitimi eklendiği halde hakkıyla taşınıp taşınmadığını, herhangi bir mezunuyla
beş dakika konuşsanız çok rahat anlayabilirsiniz. Sonucun ne kadar trajik
olduğunu pekâlâ görebilirsiniz.
Mevzu çok derin. Çok köklü olarak ele alınması ve sadra şifa çözümler
ortaya konulması gerekmektedir. “İmam Hatipler kapatılsın, Çocuklarınızı İmam
Hatip’e göndermeyin, İmam Hatipler gururumuzdur!” gibi yaklaşımların
tamamı sığ, sathi bakışların eseridir.
Belki çok saçma bulanlar olacaktır. Ancak bana göre Maarif Meselemiz İmam
Hatip Liseleri özelinde değil, topyekûn olarak tarihimize, kurucu değerlerimize
ve üzerimizde taşıdığımız mesuliyete uygun olarak ele alınarak bir hal yoluna
koyulmalıdır. Ardından bu haliyle İmam Hatip Liseleri tasfiye edilmeli. Diyanet
İşleri Başkanlığı bünyesinde klasik eğitim/terbiye sistemimizden de istifadeyle
nitelikli İmam ve Hatip yetiştirecek bir kurum ihdas edilmeli. Bu kuruma
girenlerin gönlünde ise topluma imamet, hitabet ve irşat vazifelerinden başka
bir aslan yatmamalıdır.
Vesselam.