Ibsen'in Yaban Ördeği yahut Ne İçin Buradayız?
Simgeler hayatımızda ne çok yer alır
ve bize neler fısıldar. Bir Yaban Ördeği simge haline geldiğinde biz neler
söyler: “RELLING: Ah ah, hayat yine de
güzel olabilirdi. Biz zavallı insanların, evlerimizin içine kadar giren şu
harika yobaz kafalılar, böyle ideal çağrılarıyla, rahatlarımızı bozmasalardı.
GREGERS: (Önüne yere bakar) Demek ki, böylece hayattaki rolümün belirlenmiş
olmasına sevinmem gerekiyor.” Umut ve ahlaksal çöküş arasında yaşayan İbsen
oyunları ve simgeleri ile kendi romantik gerçekçiliği içerisinden hayatımıza
ışık tutmaya ve bunu yaparken bir yontuculuk peşine düşmeden anlama ve anlatma
gayesini önceliyor olması ile dikkat çeker. Yukarıda Yaban Ördeğindeki diyalog
da bunu imler. Toplumun içi ve dışındaki çelişki ile oluşan riyakârlık,
utanmazlık, çıkarcılık, kabalık ve katılık durumları bu oyunlarda kendisini
gösterir. Bir Halk Düşmanı’nda Doktor
Tomas Stockmann’ın karşılaştığı tepkiler, taşlanması, çocuklarının işinden
gücünden edilmesi, arkadaşının ona desteği nedeniyle işini kaybetmesi onu
düşman kılarken ucuz çıkarlar peşindeki kitlelerin hali ile gerçeğin çatışması
ve yolundan dönmeyen bir adam trajik bir yerden görünür. Hayattaki yalanları
deşerek göz önüne koymak işte Ibsen’in olmak ya da olmamağı sanırım buydu.
Relling gibiler aydınlanmanın gerçeğin ortaya çıkmamasına uğraştıkça Gregers
gibiler akıntıya karşı kürek çekmeye devam ederler. Gayrı meşru bir çocuk ve
gelişmeler Ibsen’in hayatında süzülüp gelir gibidir!
Tiyatro’nun bohem bir kaçış
olmasının aşılması ve insana insanı insanla anlatan bir sanat olması onun genel
yaşam problemlerine içeriden bakarak genel hayat meselelerini ortaya koyması
ile mümkün olur. İşte modern zamanlarda tiyatroyu var edenlerden olan Henrik
Ibsen de genel hayat meselelerini konu ettiği metinlerle bize bir ayna tuttu ve
tutmaya devam ediyor. İnsan olmanın mütemadi falsoları bir dönemde olup
bitmiyor. Eski bir Romalının hayatı, bir Selçuklu hükümdarının yaşadıkları,
Azteklerde bir gencin halleri, Japonya’daki bir kadının hüznü bir ana ve döneme
ait olmanın ötesinde dekor kalktığı zaman başka dekorlarda da oynanmaya devam
eden bir gerçeklik olarak hayatımızda yok mu? Olgunlaşmak, bilgeleşmek ve
medeni bir yolda yürümekte bu çukurlara düşmeden kendini var etmeye bağlı değil
mi? Bu birey için olduğu kadar toplum için de böyledir. Belki de tarih bize
buradan konuşarak bizi derinleştirerek uyumlu, ahenkli ve derinlikli bir hale
getirir. Ibsen tiyatrosu ve metinleri de işte bu manada kendi devri içinde ama
geleceğe de sözü olan belki geçmişten yola çıkarak yürüyen insanlararasılığı
olan bir yapıyı göstermesiyle tiyatrolarımızda çok oynanan yazarlar arasına
girdi. Ibsen farklı yerlerden hayata baktı. Ibsen’in idealizm, evlilik kurumu,
kalıtımın sosyal tanınırlık için bir kod oluşturması, kadının ve erkeğin
toplumsal rolleri ile çatışması, görev ve sorumluluk kavramlarının tahlili
üzerinde şekillenen oyunlarının bu denli genel bir çerçeveye sahip olması;
oyunlarındaki dramatik kimliklerin kendilerine has özelliklerini öne
çıkarmalarına engel teşkil etmemiştir. Tuğrul Karanfil, Henrik Ibsen’in Yaban
Ördeği Adlı Oyununa Simon Stone’un Gözünden Bir Bakış: Baba ve Kız, s.
3https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2970178) Bu öyle bir
genelliktir ki başka durumlara ve zamanlara uyarlanabilen ve çok sonraki
hayatlara tanıdık gelen dejavuları içermektedir. Hayatın nobran, kaba ve katı
gerçekleri Ibsen metinlerinde bir yanıyla kral çıplak demeye devam etmektedir.
Kendimize oynadığımız oyunları
sahnede izlemek bize kendimize doğru bir yolda fayda sağlar mı o da seyredenin
insanlık gücüne, niyetine ve idrakine kalmış artık. “Ibsen’in karakterlerinin
toplumsal ideal ile olan çatışmalarına şahit olmak, seyircinin korunaklı
alanının (seyirci ve eser arasındaki ideal mesafenin) işgal edilmesi anlamına
gelir. Seyircinin içine düşmeye gönüllü olduğu bir paradoksu Nietzscheci bir
tavırla üretebilmek; gören kişi olarak seyircinin rızasını tesis ederken,
gösteren kişi olarak yazarın başarısının somut bir ifadesidir. Karanfil, Henrik
İbsen’in Yaban Ördeği Adlı Oyununa Simon Stone’un Gözünden Bir Bakış: Baba ve
Kız s. 3” Ibsen kahramanları aslında
herkesin bildiğini karakterleri ile dile getirmeye yol açar. Bir Halk Düşmanı olmamız her zaman ve
kolaylıkla mümkün değil midir, hem de halkı düşünüp onlar için gayret sarf
ederken. Kendi celladına aşık yığınlar
sizi çarmıha gererken siz hala halk için endişe duyarsınız öte yandan. Ibsen’in
diğer bir oyunu Yaban Ördeği’ndeki
Pettersen ve Jensen toplumun adeta yansımasıdır, herkes tarafından inanılan
gerçeği dile getirirler. Oyunda yer alan Werle karakteri toplumda çokça
karşılaşılan hedonist ve kendi bireysel hazzına ulaşmak yolunda çalışırken öte
yandan topluma karşı olumlu intiba oluşturarak kendini sürdürmeye çalışan bir
karakter çizer. Riyakarlığın halleri. Cici hanımlar ve nazik beylerin
arkasındaki sinsi kaos. Özü sözü bir olmak doğruluk meselesinde işte bu
karakter ile Ibsen bize bir ayna tutar. Her şeyi kendisi için gören tipler ile
Ibsen’in oyunda çizdiği Gregers karakteri ile bunun tam tersini savunan adil
bir toplum peşinde gerçeğin görünmesini savunan bu yolda itibarların
zedelenmesini, bir sürü çıkarın ve imkanın yok sayılmasını ve bazı mutlu yuvaların
bile yıkılmasını göze alan ahlaki bir eylemin söz konusu olması yolunda bir
çatışma ile aslında hayatımızın bitmeyen bir kaosunu bize gösterir. Burada ne
fert toplum ne de toplum fert için tercih edilmeden bir uyum ve ahenk bir
ahlaki dürüstlük ile hayatın yaşanması gerçeği söz konusu edilmektedir. Gregers
dibe dalan yaban ördeklerini her şeyi feda etmeyi göze alarak çıkarmayı
önemseyen bir çevik bir köpek olmayı seçer.
Oyundaki şu diyalog aslında
anlatmaya çalıştıklarımızı özetler mahiyettedir: “GREGERS: Sevgili Hjalmar dostum, bana göre sen, bir bakıma şu yaban
ördeğine benziyorsun. HJALMAR: Yaban ördeğine mi? Bu ne demek şimdi? GREGERS:
Sen de dibe batmışsın ve dipteki yosunların arasına saplanıp kalmışsın.
HJALMAR: Herhalde sen şimdi, saçmayla vurulan yaban ördeği gibi, o felaket
sonucu babamı az kalsın öldürecek olan o darbeyi kast ediyorsun… ve beni de
yaralayan o olayı tabii. GREGERS: Hayır sana, sen doğrudan vurulmuşsun,
diyemem. Ancak sen zehirli bir bataklığa saplanmışsın, Hjalmar. Senin vücuduna
sinsi bir hastalık girmiş; sen kendi isteğinle dibe inmişsin, artık karanlıklar
içinde ölmeye hazırsın. HJALMAR: Ben mi? Karanlıklar içinde ölmek mi? Bak
Gregers, sen gerçekten bu tür konuşmayı bırakmalısın. GREGERS: Sen sadece sakin
ol, seni tekrar bacaklarının üzerine basar duruma getireceğim. Bak, benim de
dünden beri bir insanlık görevim var.” Hala güncelliğini koruyan bir metin
geçmişle gelecek arasında köprü olurken bize kendi hikâyemizi anlatır. Yalın ve
yapmacıksız bir yerden aynayı tutar vicdanımıza. Elbette vicdanımızda bir
şeyleri fark edecek kadar utanma duygusu ve çıkardan arınabilme erdemi kalmışsa…
İyinin vasfı faydalı olmaktır. Okuyup, izleyip düşünmek için hayat vesile
dolu..
Hak İçin Olsun
Vesselam