17 Mart 2025

​Ibsen'in Yaban Ördeği yahut Ne İçin Buradayız?

Simgeler hayatımızda ne çok yer alır ve bize neler fısıldar. Bir Yaban Ördeği simge haline geldiğinde biz neler söyler: “RELLING: Ah ah, hayat yine de güzel olabilirdi. Biz zavallı insanların, evlerimizin içine kadar giren şu harika yobaz kafalılar, böyle ideal çağrılarıyla, rahatlarımızı bozmasalardı. GREGERS: (Önüne yere bakar) Demek ki, böylece hayattaki rolümün belirlenmiş olmasına sevinmem gerekiyor.” Umut ve ahlaksal çöküş arasında yaşayan İbsen oyunları ve simgeleri ile kendi romantik gerçekçiliği içerisinden hayatımıza ışık tutmaya ve bunu yaparken bir yontuculuk peşine düşmeden anlama ve anlatma gayesini önceliyor olması ile dikkat çeker. Yukarıda Yaban Ördeğindeki diyalog da bunu imler. Toplumun içi ve dışındaki çelişki ile oluşan riyakârlık, utanmazlık, çıkarcılık, kabalık ve katılık durumları bu oyunlarda kendisini gösterir. Bir Halk Düşmanı’nda Doktor Tomas Stockmann’ın karşılaştığı tepkiler, taşlanması, çocuklarının işinden gücünden edilmesi, arkadaşının ona desteği nedeniyle işini kaybetmesi onu düşman kılarken ucuz çıkarlar peşindeki kitlelerin hali ile gerçeğin çatışması ve yolundan dönmeyen bir adam trajik bir yerden görünür. Hayattaki yalanları deşerek göz önüne koymak işte Ibsen’in olmak ya da olmamağı sanırım buydu. Relling gibiler aydınlanmanın gerçeğin ortaya çıkmamasına uğraştıkça Gregers gibiler akıntıya karşı kürek çekmeye devam ederler. Gayrı meşru bir çocuk ve gelişmeler Ibsen’in hayatında süzülüp gelir gibidir!

Tiyatro’nun bohem bir kaçış olmasının aşılması ve insana insanı insanla anlatan bir sanat olması onun genel yaşam problemlerine içeriden bakarak genel hayat meselelerini ortaya koyması ile mümkün olur. İşte modern zamanlarda tiyatroyu var edenlerden olan Henrik Ibsen de genel hayat meselelerini konu ettiği metinlerle bize bir ayna tuttu ve tutmaya devam ediyor. İnsan olmanın mütemadi falsoları bir dönemde olup bitmiyor. Eski bir Romalının hayatı, bir Selçuklu hükümdarının yaşadıkları, Azteklerde bir gencin halleri, Japonya’daki bir kadının hüznü bir ana ve döneme ait olmanın ötesinde dekor kalktığı zaman başka dekorlarda da oynanmaya devam eden bir gerçeklik olarak hayatımızda yok mu? Olgunlaşmak, bilgeleşmek ve medeni bir yolda yürümekte bu çukurlara düşmeden kendini var etmeye bağlı değil mi? Bu birey için olduğu kadar toplum için de böyledir. Belki de tarih bize buradan konuşarak bizi derinleştirerek uyumlu, ahenkli ve derinlikli bir hale getirir. Ibsen tiyatrosu ve metinleri de işte bu manada kendi devri içinde ama geleceğe de sözü olan belki geçmişten yola çıkarak yürüyen insanlararasılığı olan bir yapıyı göstermesiyle tiyatrolarımızda çok oynanan yazarlar arasına girdi. Ibsen farklı yerlerden hayata baktı. Ibsen’in idealizm, evlilik kurumu, kalıtımın sosyal tanınırlık için bir kod oluşturması, kadının ve erkeğin toplumsal rolleri ile çatışması, görev ve sorumluluk kavramlarının tahlili üzerinde şekillenen oyunlarının bu denli genel bir çerçeveye sahip olması; oyunlarındaki dramatik kimliklerin kendilerine has özelliklerini öne çıkarmalarına engel teşkil etmemiştir. Tuğrul Karanfil, Henrik Ibsen’in Yaban Ördeği Adlı Oyununa Simon Stone’un Gözünden Bir Bakış: Baba ve Kız, s. 3https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2970178) Bu öyle bir genelliktir ki başka durumlara ve zamanlara uyarlanabilen ve çok sonraki hayatlara tanıdık gelen dejavuları içermektedir. Hayatın nobran, kaba ve katı gerçekleri Ibsen metinlerinde bir yanıyla kral çıplak demeye devam etmektedir.

Kendimize oynadığımız oyunları sahnede izlemek bize kendimize doğru bir yolda fayda sağlar mı o da seyredenin insanlık gücüne, niyetine ve idrakine kalmış artık. “Ibsen’in karakterlerinin toplumsal ideal ile olan çatışmalarına şahit olmak, seyircinin korunaklı alanının (seyirci ve eser arasındaki ideal mesafenin) işgal edilmesi anlamına gelir. Seyircinin içine düşmeye gönüllü olduğu bir paradoksu Nietzscheci bir tavırla üretebilmek; gören kişi olarak seyircinin rızasını tesis ederken, gösteren kişi olarak yazarın başarısının somut bir ifadesidir. Karanfil, Henrik İbsen’in Yaban Ördeği Adlı Oyununa Simon Stone’un Gözünden Bir Bakış: Baba ve Kız s. 3”  Ibsen kahramanları aslında herkesin bildiğini karakterleri ile dile getirmeye yol açar. Bir Halk Düşmanı olmamız her zaman ve kolaylıkla mümkün değil midir, hem de halkı düşünüp onlar için gayret sarf ederken.  Kendi celladına aşık yığınlar sizi çarmıha gererken siz hala halk için endişe duyarsınız öte yandan. Ibsen’in diğer bir oyunu Yaban Ördeği’ndeki Pettersen ve Jensen toplumun adeta yansımasıdır, herkes tarafından inanılan gerçeği dile getirirler. Oyunda yer alan Werle karakteri toplumda çokça karşılaşılan hedonist ve kendi bireysel hazzına ulaşmak yolunda çalışırken öte yandan topluma karşı olumlu intiba oluşturarak kendini sürdürmeye çalışan bir karakter çizer. Riyakarlığın halleri. Cici hanımlar ve nazik beylerin arkasındaki sinsi kaos. Özü sözü bir olmak doğruluk meselesinde işte bu karakter ile Ibsen bize bir ayna tutar. Her şeyi kendisi için gören tipler ile Ibsen’in oyunda çizdiği Gregers karakteri ile bunun tam tersini savunan adil bir toplum peşinde gerçeğin görünmesini savunan bu yolda itibarların zedelenmesini, bir sürü çıkarın ve imkanın yok sayılmasını ve bazı mutlu yuvaların bile yıkılmasını göze alan ahlaki bir eylemin söz konusu olması yolunda bir çatışma ile aslında hayatımızın bitmeyen bir kaosunu bize gösterir. Burada ne fert toplum ne de toplum fert için tercih edilmeden bir uyum ve ahenk bir ahlaki dürüstlük ile hayatın yaşanması gerçeği söz konusu edilmektedir. Gregers dibe dalan yaban ördeklerini her şeyi feda etmeyi göze alarak çıkarmayı önemseyen bir çevik bir köpek olmayı seçer.

Oyundaki şu diyalog aslında anlatmaya çalıştıklarımızı özetler mahiyettedir: “GREGERS: Sevgili Hjalmar dostum, bana göre sen, bir bakıma şu yaban ördeğine benziyorsun. HJALMAR: Yaban ördeğine mi? Bu ne demek şimdi? GREGERS: Sen de dibe batmışsın ve dipteki yosunların arasına saplanıp kalmışsın. HJALMAR: Herhalde sen şimdi, saçmayla vurulan yaban ördeği gibi, o felaket sonucu babamı az kalsın öldürecek olan o darbeyi kast ediyorsun… ve beni de yaralayan o olayı tabii. GREGERS: Hayır sana, sen doğrudan vurulmuşsun, diyemem. Ancak sen zehirli bir bataklığa saplanmışsın, Hjalmar. Senin vücuduna sinsi bir hastalık girmiş; sen kendi isteğinle dibe inmişsin, artık karanlıklar içinde ölmeye hazırsın. HJALMAR: Ben mi? Karanlıklar içinde ölmek mi? Bak Gregers, sen gerçekten bu tür konuşmayı bırakmalısın. GREGERS: Sen sadece sakin ol, seni tekrar bacaklarının üzerine basar duruma getireceğim. Bak, benim de dünden beri bir insanlık görevim var.” Hala güncelliğini koruyan bir metin geçmişle gelecek arasında köprü olurken bize kendi hikâyemizi anlatır. Yalın ve yapmacıksız bir yerden aynayı tutar vicdanımıza. Elbette vicdanımızda bir şeyleri fark edecek kadar utanma duygusu ve çıkardan arınabilme erdemi kalmışsa… İyinin vasfı faydalı olmaktır. Okuyup, izleyip düşünmek için hayat vesile dolu..

Hak İçin Olsun

Vesselam