Hayatı tutmakla hayata tutunmak arasında insan
Schopenhauer insanları can sıkıntısı ve acı çekmek aralığında tasavvur etmişti. Hayatın olağan akışı içerisinde kimileri için hayat öylesine yüksek bir can sıkıntısı kaynağıdır ki zenginler dediği tabaka hep bir can sıkıntısından malul görülür. Diğer bir kısım ise yoksunlukların gölgesinde kendini arayan öfkeli bir acı insanıdır. Bu iki uç aslında toplumun olağan akışındaki çoğunluğunu oluşturmaz ama bunların ilke ve felsefesi hayatı bir yerden yönetmeye kalktı mı itidal köprüsü yıkılır ve ortada kalanlar hep bu felakette kendisine yol arar durur. Bu iki kesim esasen farklı yönlerde de olsa radikalleşmenin kuluçkası da olabilirler. Her hâlükarda insan hayata bir yerinden dâhil olur Tanpınar’ın Ne içindeyim zamanın,/ Ne de büsbütün dışında;/ Yekpare, geniş bir anın/ Parçalanmaz akışında, dediği hengamede hem kendözünü arar hem de içinde yüzdüğü hayatın kendine verdiği rollerde yaşamaya çalışır durur. Modern zamanlarda doğudaki insan kendiliğine kendi aslından yahut insanlığın o mümbit bütünlüğünden manalar bulamadığından arayışlar sarkacında oradan oraya savrulup durdu. Ne mana kökleri onu besledi, ne modern zamanın memelerinden anlam içebildi. Doğunun insanı modern zamanın Sisifos’udur. İşin kötüsü ne taş gerçektir, ne yokuş ne de kendisinin hâli. İşte bu karamsar meydanda elinde mum gezen birileri Cemil Meriç merhumun… her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım: Karanlığa o kadar alışmışsınız ki, yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bir ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?” sorusunun muhatabı olur. Canı sıkılanlar ile canı yananların tahammülü yoktur zaten böyle işlere. Konforludur karanlık yokuşlarda sisifosluk oynamak; kimisi filozof urbalıdır sisifoslardan kimileri ise gariban urbasından aleme nizam arar.
İşte burada karşımıza çıkanlardan
birisi hayatı tutmaya çalışan tiplojidir. Bunun elinde hazır reçeteler,
totolojiler, muhteşem argümanlar, inanılmaz kavramlar, gün görmemiş
aforizmalar, diskurlar, ideolojinin ürettiği muazzam kurtuluş senaryoları, bol
laf, tümel bakışlar içinden hayata bakan yüce sözler söyleyen bir hâl içinden
konuşan bir karakter çıkar hikâyemizde karşımıza. Hakikate dökülen nice
kezzaplar elinde dolaşırken kendini en müstakim, iyi, güzel, esaslı, kurtarıcı
sanan bu adam muhteşem bir kibirle hayata don biçer. Bunlar değer dünyamızın
farklı renklerine dair kostümlerle karşımıza çıkarlar. Siyasiler için popülizm
yaparak kitleleri efsunlamak için bu zevat pek ehvendir. Bu yüce adil ve mutlak
doğrunun yıldızları düzene nizam raconu kesmek için vardırlar. Lakin hayata
gölgeleri bile düşmez. Biçare yığınların başı ağrımaktadır lakin bu zevatın
reçetesi büyük uygarlık hamleleri üzerinedir. Topluma verdikleri şey yüce
kişiliklerine tapınma vazifesidir. İşte bunlar hayatı tutma ustalarıdır.
Teorinin makası ellerinde hayatı kesip biçip uysun uymasın hayata don biçmeye
meziyetli bu zevat her yokuşu muhakkak düzlük gösterme, simülasyon, manipülasyon
gibi konularda şahanedirler. Hele bunlara modern dünyanın dehlizlerinden
ilhamlar üfleniyor ise o zaman değmeyin keyiflerine. Yüce diplomaları ile
kurdukları tapınaklarda hayat kurban ederek zamanı ve hayatı tuttukları vehmi
ile yüceliklere kanat çırparlar.
Diğer yanında ise öykümüzün
düşülen layık olunmayan çukurlarından dünyaya bakan öfke ve nefret adamları
vardır. Bunlar da hayata tutunmaya çalışan yahut meşhur romandaki ifade ile
tutunamayanlardır. İşte bunların ruhları olup biten her şeye mutsuz bakmak,
karamsar bir arabesk film edasıyla yaşama ruhunu bunlarla çamura bulayıp sonra
hay bu yolları yapmayanlar diye ortalıkta gezinip suçlu arayan tiplerdir.
Bunlar da hayata tutunma yarışındadırlar. Kemal Sunal filmlerindeki o hazin
Türkiye’den bakarken nefretle zehirlenen akıllar ve ruhlarla her türlü şeyi
mübah görerek şehre bakan bu insanlar tutunamadıkları hayata intikam duygusu
ile bakarlar. Schakespeare oyunlarında hayatı teslim alan kötüler gibidirler.
Madem olmadı ben bunları yönetirim ve ayaklarımın altında onları ezerek
yükselirim mantığındaki bu zümreye hangi diplomayı verseniz, hangi makamı alsa,
hangi konumda olsa madur ve kurbandır bunlar. Hep hayata tutunma teranesi çalar
arka fonda. Ne acılar çekmiştir o, ne kompleksleri vardır bu zalimin, ne
öfkeler ruhunda yıldırımlar çaktırmıştır bilinmez ama hayatın içinde ama ona
karşıdır bu tip. Çünkü o mağdurdur ve hayat ona haksızlık etmiştir bir kere.
İşin en acınası yanı ise bunu kendisine farklı maskeler takarak değer istismarı
ile toplumu manipüle ederek gerçeklere simülasyon algılarından mefhumlar
yükleyerek geleceği mazide boğarlar.
İşte bunlar hayatı tutanlar ile hayata tutunanlardır.
İkisinin de efsunlu formülleri vardır. Muhteşem aforizmalar ile hayata racon
keserler. Bu arada hayatı yaşamayan çalışan ortalama kitlenin esnek ve geçişken
doğası onları sinir eder. Uyum ve ahenkten hoşlanmazlar. Onların dediği dedik
çaldığı düdüktür. Bu bakımdan da ortada olanların kendiyle barışık ve değer
üretmeye meyyal halini sevmezler. Zira hayat itidal üzerine yaşanır. O vakit
ise bu iki kitlenin pazarı kalkar ortadan. O bakımdan bu ikili hep ittifaklar
peşindedir. Rengi fark etmez; çıkarlar tapınağının kapısında hep bunlar vardır.
Maskeli baloları sürer gider şafaklara kadar. Atsız Beyimin Dalkavuklar
Gecesi ve Z Vitamini eserindeki “Hangi
kahramanlar gecesi? Kahramanlar öldüler. Bu gece dalkavuklar gecesidir. Bu
şölene konmak için sabaha kadar yaşasın diye bağırdık. Tabii siz de içerde
şebek gibi takla attınız. Yaşasın kral!..”, denilen devran bunlara emanettir.
Haddinizse bunlara bir hulus çakmayın aforoz taburları ensenizde bitiverirler.
Durun yahu ne diyor bu adam demeyin tamam bunlar distopyanın içinden sanrıların
şizofrenisi idi. Öyle kişiler ve şeyler tabi ki olamaz! Faraza diye yazıldı
işte kimse alınmasın. Kelam bazen böyle yürüyüveriyor. Yine Atsız beyimle
bitirelim Ruh Adam’dan; “Dünyada hâlâ
karşılıksız en büyük fedakârlığı yapan şövalyeler var. Yaşamayı güzelleştiren
de zaten bu mert insanlar oluyor!” Hayatı, tutmakla tutunmak arasında
güzelleştirenlere selam olsun…
Vesselam