Hamas'ın Meşruiyeti ve Direnişin Yeni Paradigması
7 Ekim 2023 sonrası süreç yalnızca bir savaşın,
yalnızca bir çatışmanın değil aynı zamanda paradigmal bir kırılmanın eşiğidir.
Gazze’ye yağan bombalar yalnızca binaları değil modern uluslararası sistemin
ikiyüzlü hukuk algısını da yerle bir etmiştir. Öyle ki; bir halkın çocukları
toprağa verilirken Batı’nın dilinden düşmeyen “insan hakları” kavramı enkazların
altında boğulmuştur. Bu yıkımın ortasında direnişin adı ise açıktır: Hamas.
Gazze’nin direniş damarını temsil eden bu yapı
sadece silahlı mücadele değil; aynı zamanda diplomatik ve toplumsal meşruiyetin
de taşıyıcısıdır. Bugün, Hamas’ın meşruiyeti sorgulanamaz düzeyde halk
iradesine dayanmaktadır. Hamas’a yöneltilen her eleştiri doğrudan Gazzeli
halkın iradesine karşı bir tahakküm girişimidir. Bu nedenle, direnişe uzatılan
her dil aslında işgalin sözcülüğünü yapmaktadır.
Liberal
Münafıklığın Yeni Yüzü
Hamas’a yönelik eleştiriler yalnızca İsrail
kaynaklı değil, aynı zamanda içimizdeki zihinsel işgalcilerden de gelmektedir.
İran’la kurulan ilişkiler, Hizbullah’a verilen selamlar, Yemen’e gösterilen
teveccüh… Bunlar üzerinden yürütülen sorgulama dili doğrudan direnişin altını
oymaya yönelik sistematik bir dezenformasyon faaliyetine dönüşmüştür.
Bu eleştirileri dillendiren kesimlerin ortak
özelliği nettir: Direnişi anlamaktan uzak, ümmetin değerleriyle sorunu olan,
barış adı altında teslimiyeti meşrulaştırmaya çalışan post-modern bir vesayet
aklı. Halbuki Gazze’de çocuklar gözlerini kaybederken, bir halk hayatı uğruna
ölümle mücadele ederken; bu tür eleştirilerin hiçbir karşılığı yoktur. Hamas’ın
omzuna yüklenen bu tarihsel sorumluluk, onu yalnızca bir örgüt değil, bir
halkın ahlaki temsilcisi haline getirmiştir. Bu gerçeklik, masada da sahada da
değiştirilemez bir irade olarak karşımızda durmaktadır.
Hamas’ın ABD
ile Teması
Bugüne kadar Filistin meselesi hep İsrail
merkezli bir uluslararası kurguyla şekillenmiştir. Ancak bu tablo
değişmektedir. Hamas’ın, doğrudan ABD ile yürüttüğü görüşmeler İsrail’in
diplomatik denklemden dışlandığı yeni bir sürecin habercisidir. Bu yalnızca
taktiksel bir adım değil, stratejik bir paradigma değişimidir.
ABD vatandaşlığı bulunan bir rehinenin serbest
bırakılması karşılığında Hamas’ın ateşkes, sınırların açılması, Gazze’ye insani
yardım ve bağımsız yönetim gibi taleplerle masaya oturması; onu yalnızca
silahlı değil, aynı zamanda diplomatik bir aktör haline getirmiştir. Bu adım,
İsrail’in mutlak kontrolünde yürüyen diplomasi kurgusunu derinden sarsmıştır.
Çünkü ABD ilk kez İsrail’i bilgilendirmeden, onayını almadan, Hamas’la doğrudan
bir anlaşma zemini oluşturmuştur. Bu, modern diplomaside “stratejik
yalnızlaştırma” anlamına gelir.
Bağımsız
Yönetim mi, Yeniden Sömürge mi?
Gazze için dillendirilen “bağımsız yönetim”
önerisi, ilk bakışta olumlu bir çözüm gibi sunulsa da dikkatle incelenmelidir.
Kim tarafından kurulacağı, hangi iradeye dayanacağı ve neyi temsil edeceği
soruları cevapsız bırakıldığında bu öneri bir özgürlük projesi değil; yeni bir
vesayet rejimi olabilir.
Unutulmamalıdır ki, Gazze halkı yalnızca yaşamak
için değil, kendi kaderini tayin etmek için de direnmektedir. Bu yüzden,
herhangi bir yönetim önerisinin meşruiyeti, direnişi temsil edip etmemesiyle
ölçülmelidir. Bu noktada en net ilke şudur: Hamas neyi kabul ediyorsa, halk
da onu kabul etmiştir. Bizim için de tek geçerli çözüm o olur. Hamas’ıniradesi
dışında kurulacak her masa, tıpkı Oslo’da olduğu gibi halktan kopuk, dış
güçlerin tasarımı olan başarısız projelere dönüşecektir.
Trump Faktörü
Trump’ın “Filistin Devleti” ilanına yönelik bir
çıkış yapma ihtimali yalnızca jeopolitik bir manevra değil; aynı zamanda İsrail
açısından bir kırılma noktası olabilir. Trump’ın popülist ve pragmatist
liderliği onu statükoyu yıkma konusunda sıra dışı hamleler yapmaya teşvik
etmektedir.
Eğer Trump, “Filistin devleti” ilanını gündeme
getirirse ve bunu Hamas ile yapılan temaslar çerçevesinde sunarsa bu İsrail’in
diplomatik tekelini ortadan kaldırır. Elbette bu adımların ardında siyasi
hesaplar olabilir. Ancak sonuç itibariyle ilk kez Filistin halkının kaderi,
İsrail’in rızasına tabi olmadan şekillenmiş olacaktır.
Hamas’ın
Sessiz Zaferi
Hamas’ın diplomatik hamleleri sessiz ama son derece
derin etkiler doğurmaktadır. Rehine takasıyla başlayan temaslar Gazze’nin
geleceğine ilişkin temel başlıkların masaya gelmesini sağlamıştır. Ateşkes,
sınırların açılması, insani yardım ve bağımsız yönetim... Bu talepler artık
yalnızca savaş sonrası talepleri değil; bir halkın onurunun ve iradesinin
diplomatik çerçeveye taşınmasıdır.
Bu noktada Hamas, yalnızca bir direniş hareketi
değil; yeni düzenin kurucu aktörü olarak konumlanmaktadır. Sadece savaş
meydanlarında değil diplomatik masalarda da var olan bir hareket söz konusudur.
Bu da İsrail’in diplomatik üstünlüğünü bitirme potansiyeli taşımaktadır.
Hamas’ın doğrudan ABD ile temas kurması “İsrail’siz diplomasi” fikrinin sadece
mümkün değil etkili olduğunu göstermektedir.
Direniş,
Diplomasi ve Onur
Bugün Hamas’a dil uzatmak yalnızca siyasi
körlük değil, tarihsel ihanettir. Hamas, Filistin halkının seçtiği ve
desteklediği tek meşru temsilcidir. Savaşın tam ortasında bir halkın yükünü
omuzlayan, çocuğunun cesedini taşıyan, sokaklarda siper olan, masada ise
halkının izzetini savunan bir iradeye saygı duymamak bu davayı anlamamak
demektir.
İsrail’siz diplomasi mümkündür. Hamas yalnızca
sahada değil, masada da kazanabilir. Bu nedenle benim için tek pusula vardır:
Hamas nerede duruyorsa biz de oradayız. Geri kalan herkes tarih çöplüğünde
boğulmaya mahkûmdur.