vakıf katılım haziran paketi
vakıf katılım haziran paketi sağ

02 Haziran 2025

​Gelenekten Hayata yahut İsâr: Yusuf Has Hacib'ten Türkistanlılık ve Fütüvvet

 

İsâr kavramı geleneğin romantik bir söylemi olmanın ötesinde medeni bir hayatta insanlığın ergenlikten bilgeliğe ulaşma halini gösteren olan içinde olması gerekeni görmemizi sağlayan bir kavramdır. Bunun vulgar manada hayırseverlik ya da özgecilik gibi popüler ama hayat içinde yürümeyen şekliyle anlaşılması ötesinde bir birey ve toplum için yani medeniyetin esas çekirdeği açısından bir olgunlaşma ve ayakların yere basması hali olduğunu söylemek gerekir. Hayatın olağan akışı içerisinde fayda ve iyiliğe dönmeyen hiçbir nazari arka plan ne kadar hakikatin bağrından koparsa kopsun insan ve insanlık için mana oluşturmak bakımından beklenen etkiyi göstermez. Buradan hakikatin hayata uydurulması gibi son derece popüler ve yanlış bir algının oluşmasını istemeyiz. Bu olursa hakikat keyfiliğe kurban oluyor demektir.  İsâr kavramına dönersek nedir bu kavram ve modern-seküler hayat ve dünyayla ilişkisi nedir? “Sözlükte “bir şeyi veya bir kimseyi diğerine üstün tutma, tercih etme” mânasına gelen îsâr ahlâk terimi olarak “bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunması” demektir. (Mustafa Çağrıcı, İsâr, DİA, c.22, s. 490). İktisadi manada toplumda kapitalist yozlaşmaya vakıf kurumu ile set çeken uygulama isâr kavramı ile de insanın bencilliğine dur diyecek bir kavram üretmiş idi. Bu sonraları fütüvvet altında kurumlaşıp ahilik olarak hayatta yürümüş idi. Fütüvvetin isâr, uhuvvet ve mürüvvet şeklinde ifade edilen temelleri vardır. Bu Arapça terimler göz korkutabilir! Kutadgu Bilig’de insan için himmet ve mürüvvet gerek; insanın kıymeti himmet ve mürüvvet ile ölçülür, denmiştir. Diğer bir yerde Ey hükümdar, insanlık— mürüvvettir; mürüvvet— insan için, bir tarikattır. Mürüvvet ve tarikat, hiç şüphesiz, insanın emeğini takdir ile hakkını vermektir, denilir. Sözünde doğru olma, vaadini yerine getirme, yiğitlik ve cesaret anlamı taşıyan bu kelime insanın kardeşlik/uhuvvet erdemi birlikte isâr yani diğerkâm olabilmesinin ana sütunlarından biridir. Burada Kutadgu Bilig’deki iyi ve fayda terimlerini hatırlama gerekir: İyinin vasfı faydalı olmaktır; onun halka çok faydaları dokunur. O bütün halka hep iyilik eder, fakat yaptığını insanın başına kakmaz. Kendi istifadesini düşünmez, başkasına fayda temin eder ve buna mukabil, bir karşılık beklemez. Burada görülen bu çerçeve başka bir haliyle “modern dünyada” ilan edildikten sonra bizim tatlısu gelenekçiliğimiz içinde fakire sadaka vermek düzeyine indirgendi. Kültürümüzün, medeniyetçi milliyetçiliğimizin temel medeniyet zemini de böylece puslu kıtalar arasında hayal oldu. Konuyu bir takım dini hayır meselesi olmanın ötesinde ortak iyilik ve fayda üzerinden bir medeniyet meselesine yaklaştırmak din ile hayatımıza dokunan hakikatin de murat ettiği bilgeliği sağlamada faydalı olacaktır. Haberlerde okullardaki zorbalık olayları ve akran baskısından bahsediliyor. Bu artık bir uluslar arası sistem değil midir? Zorbaları var eden zemin nedir? 

 

Modern zamanlarda Rousseau genel irade kavramıyla konuşmaya başladığında insanlık bir kayıp kıtasını keşf etmenin soluğunu içine çekiyordu. Onun ortaya koyduğu genel irade, vatandaşın ortak faydayı gözetip karar vermesi sonucu açığa çıkmakta idi.  Rousseau‟ya göre, genel irade bireyin veya doğal insanın şahsi iradesinden farklıdır. Kişisel çıkarı gözeten şahsi iradenin aksine, vatandaşlığın gereği genel iradenin ışığında her daim ortak fayda veya iyiyi arzu etmektir. Şahsi irade her zaman bireyin iyiliğini ister. Mesele, onu genel iradeyle mümkün mertebe uyumlu hale getirebilmek ve “hukuku insanın üstüne koyabilecek bir yönetim biçimi bulmak”tır. (Özgüç Orhan “J.J. ROUSSEAU’DA GENEL İRADE KAVRAMI”, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/803752, s. 15)

Rousseau, toplumsal hayatta insan özgürlüğüne yönelik tehdidin devletten değil eşitsizliğe meyilli insan doğasından kaynaklandığına inanır, o halde ne ediyorsak kendimize kendimiz ediyoruz. Kendi ürettiğimiz kavramlarla savaşıp algılarla oynamanın manası yoktur. Toplumu, devleti ya da şehri suçlamak, bu kavramlar üzerinden sorunlara bakmak kendi kendimize ettiğimize bahane üretmek olmuyor mu? Fütüvvet denilen zihniyet ile modern zaman hayatlarımızda yürümek distopik bir hayal gibi görünebilir. Bu zamanda şu eski kavramlar denilebilir. Lakin konu kavramlar ya da dil değildir mesele insanın ne olduğu ve olacağıdır. Bunlar bize olana bakmak için ölçüt olabilirler. Modern dünya alturizmi bir erdem olarak ortaya koyarken ve diğerkâmlık kültürümüzün bir temel unsuru iken ne modernizm ne de kültürümüz bize insan olmanın bu manasını hatırlatamıyorsa sorun kimdedir? Mafyatik haller insanın doğasına bile ihanetiyken düzen diye bu çukurlarda debelenmek niyedir? Türkistanlılık fikri ve medeniyetçi milliyetçilik aksiyonu tam da buna karşı bir birey ve toplumu düşünmeye okuntudur. Bu çağrı zaman üstü bir erdemle yeniden hayata merhaba demek imkânını aramaktır. Burada partiler, dernekler, çıkarlar, bizden bizden olmayancılıklar yoktur burada kardeşlik, mürüvvet ve genel fayda ve iyilik vardır. Hürriyet, müsavat ve eşitlik olarak hayatımıza giren Fransız ihtilali kavramları esasen kardeşlik ve mürüvvet ile isâr anlamında fütüvvet zihniyeti ile hayatımıza davet edilebilir mi? . Yoksa bunları da günlük çıkarlar uğruna yapısını söküp berheva mı edeceğiz.  Burada moderne geleneği indirgemiyoıruz ve mahiyet farkına da işaret etmek isteriz. Mesele üzerinden mutabık olunan bir nizamın müştereklerinden birleşmektir. Ortak iyilik ve faydayı önceleyen bu anlayış Türkistanlılar ve insanlık için gelecek adına fevkalade mühimdir.  Hayata doğudan, batıdan nereden bakarsanız bakın insanın iyiliği ve bekası için hayatta yürümesi gereken manaları tarihin dışına itip fason kültür ile medeniyet hayali görmek ancak Ortadoğu denen distopik yörenin halklarına ve insanlık tiratları atarak gezen kapitalist batılı dünyalılara has bir durum oldukça bu devranın çarkları tepegöz gibi insan yutmaya devam eder. Bilgelik bir söylem değil eylem işidir. Kendi kültürünü kendisine tepegöz etmeyi başarmış bir eski medeniyet havzası çocukları olarak kendimize etmeye devam ediyoruz. Gazze’de dinmeyen feryat da buna dair hayatın bir tokatı, bir zillet yaftası değil midir? Han-ı yağmamı dediniz onun burayla alakası yok tabi…

 

Hak İçin Olsun

Vesselam