Gelenekten Hayata yahut İsâr: Yusuf Has Hacib'ten Türkistanlılık ve Fütüvvet
İsâr
kavramı geleneğin romantik bir söylemi olmanın ötesinde medeni bir hayatta
insanlığın ergenlikten bilgeliğe ulaşma halini gösteren olan içinde olması
gerekeni görmemizi sağlayan bir kavramdır. Bunun vulgar manada hayırseverlik ya
da özgecilik gibi popüler ama hayat içinde yürümeyen şekliyle anlaşılması
ötesinde bir birey ve toplum için yani medeniyetin esas çekirdeği açısından bir
olgunlaşma ve ayakların yere basması hali olduğunu söylemek gerekir. Hayatın
olağan akışı içerisinde fayda ve iyiliğe dönmeyen hiçbir nazari arka plan ne
kadar hakikatin bağrından koparsa kopsun insan ve insanlık için mana oluşturmak
bakımından beklenen etkiyi göstermez. Buradan hakikatin hayata uydurulması gibi
son derece popüler ve yanlış bir algının oluşmasını istemeyiz. Bu olursa
hakikat keyfiliğe kurban oluyor demektir.
İsâr kavramına dönersek nedir bu kavram ve modern-seküler hayat ve
dünyayla ilişkisi nedir? “Sözlükte “bir şeyi veya bir kimseyi diğerine üstün tutma,
tercih etme” mânasına gelen îsâr ahlâk
terimi olarak “bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu
imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının
yararı için fedakârlıkta bulunması” demektir. (Mustafa Çağrıcı, İsâr, DİA,
c.22, s. 490). İktisadi manada toplumda kapitalist yozlaşmaya vakıf kurumu ile
set çeken uygulama isâr kavramı ile de insanın bencilliğine dur diyecek bir
kavram üretmiş idi. Bu sonraları fütüvvet altında kurumlaşıp ahilik olarak
hayatta yürümüş idi. Fütüvvetin isâr,
uhuvvet ve mürüvvet şeklinde ifade edilen temelleri vardır. Bu Arapça
terimler göz korkutabilir! Kutadgu Bilig’de insan için himmet ve
mürüvvet gerek; insanın kıymeti himmet ve mürüvvet ile ölçülür, denmiştir.
Diğer bir yerde Ey hükümdar, insanlık— mürüvvettir; mürüvvet— insan için, bir tarikattır.
Mürüvvet ve tarikat, hiç şüphesiz, insanın emeğini takdir ile hakkını
vermektir, denilir. Sözünde doğru olma, vaadini yerine getirme, yiğitlik ve
cesaret anlamı taşıyan bu kelime insanın kardeşlik/uhuvvet erdemi birlikte isâr
yani diğerkâm olabilmesinin ana sütunlarından biridir. Burada Kutadgu
Bilig’deki iyi ve fayda terimlerini hatırlama gerekir: İyinin vasfı faydalı
olmaktır; onun halka çok faydaları dokunur. O bütün halka hep iyilik eder,
fakat yaptığını insanın başına kakmaz. Kendi istifadesini düşünmez, başkasına
fayda temin eder ve buna mukabil, bir karşılık beklemez. Burada görülen bu
çerçeve başka bir haliyle “modern dünyada” ilan edildikten sonra bizim tatlısu
gelenekçiliğimiz içinde fakire sadaka vermek düzeyine indirgendi. Kültürümüzün,
medeniyetçi milliyetçiliğimizin temel medeniyet zemini de böylece puslu kıtalar
arasında hayal oldu. Konuyu bir takım dini hayır meselesi olmanın ötesinde
ortak iyilik ve fayda üzerinden bir medeniyet meselesine yaklaştırmak din ile
hayatımıza dokunan hakikatin de murat ettiği bilgeliği sağlamada faydalı
olacaktır. Haberlerde okullardaki zorbalık olayları ve akran baskısından
bahsediliyor. Bu artık bir uluslar arası sistem değil midir? Zorbaları var eden
zemin nedir?
Modern zamanlarda Rousseau genel irade
kavramıyla konuşmaya başladığında insanlık bir kayıp kıtasını keşf etmenin
soluğunu içine çekiyordu. Onun ortaya koyduğu genel irade, vatandaşın ortak faydayı gözetip karar vermesi sonucu
açığa çıkmakta idi. Rousseau‟ya
göre, genel irade bireyin veya doğal insanın şahsi iradesinden farklıdır.
Kişisel çıkarı gözeten şahsi iradenin aksine, vatandaşlığın gereği genel
iradenin ışığında her daim ortak fayda veya iyiyi arzu etmektir. Şahsi irade
her zaman bireyin iyiliğini ister. Mesele, onu genel iradeyle mümkün mertebe
uyumlu hale getirebilmek ve “hukuku insanın üstüne koyabilecek bir yönetim
biçimi bulmak”tır. (Özgüç Orhan “J.J. ROUSSEAU’DA GENEL İRADE KAVRAMI”, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/803752, s. 15)
Rousseau, toplumsal hayatta insan
özgürlüğüne yönelik tehdidin devletten değil eşitsizliğe meyilli insan
doğasından kaynaklandığına inanır, o halde ne ediyorsak kendimize kendimiz
ediyoruz. Kendi ürettiğimiz kavramlarla savaşıp algılarla oynamanın manası
yoktur. Toplumu, devleti ya da şehri suçlamak, bu kavramlar üzerinden sorunlara
bakmak kendi kendimize ettiğimize bahane üretmek olmuyor mu? Fütüvvet denilen
zihniyet ile modern zaman hayatlarımızda yürümek distopik bir hayal gibi
görünebilir. Bu zamanda şu eski kavramlar denilebilir. Lakin konu kavramlar ya
da dil değildir mesele insanın ne olduğu ve olacağıdır. Bunlar bize olana
bakmak için ölçüt olabilirler. Modern dünya alturizmi bir erdem olarak ortaya
koyarken ve diğerkâmlık kültürümüzün bir temel unsuru iken ne modernizm ne de
kültürümüz bize insan olmanın bu manasını hatırlatamıyorsa sorun kimdedir?
Mafyatik haller insanın doğasına bile ihanetiyken düzen diye bu çukurlarda
debelenmek niyedir? Türkistanlılık fikri ve medeniyetçi milliyetçilik aksiyonu
tam da buna karşı bir birey ve toplumu düşünmeye okuntudur. Bu çağrı zaman üstü
bir erdemle yeniden hayata merhaba demek imkânını aramaktır. Burada partiler,
dernekler, çıkarlar, bizden bizden olmayancılıklar yoktur burada kardeşlik,
mürüvvet ve genel fayda ve iyilik vardır. Hürriyet, müsavat ve eşitlik olarak
hayatımıza giren Fransız ihtilali kavramları esasen kardeşlik ve mürüvvet ile
isâr anlamında fütüvvet zihniyeti ile hayatımıza davet edilebilir mi? . Yoksa
bunları da günlük çıkarlar uğruna yapısını söküp berheva mı edeceğiz. Burada moderne geleneği indirgemiyoıruz ve
mahiyet farkına da işaret etmek isteriz. Mesele üzerinden mutabık olunan bir
nizamın müştereklerinden birleşmektir. Ortak iyilik ve faydayı önceleyen bu
anlayış Türkistanlılar ve insanlık için gelecek adına fevkalade mühimdir. Hayata doğudan, batıdan nereden bakarsanız
bakın insanın iyiliği ve bekası için hayatta yürümesi gereken manaları tarihin
dışına itip fason kültür ile medeniyet hayali görmek ancak Ortadoğu denen
distopik yörenin halklarına ve insanlık tiratları atarak gezen kapitalist
batılı dünyalılara has bir durum oldukça bu devranın çarkları tepegöz gibi
insan yutmaya devam eder. Bilgelik bir söylem değil eylem işidir. Kendi kültürünü
kendisine tepegöz etmeyi başarmış bir eski medeniyet havzası çocukları olarak
kendimize etmeye devam ediyoruz. Gazze’de dinmeyen feryat da buna dair hayatın
bir tokatı, bir zillet yaftası değil midir? Han-ı yağmamı dediniz onun burayla
alakası yok tabi…
Hak İçin Olsun
Vesselam