22 Temmuz 2025

​Gazze'de Sistematik Açlık Soykırımı ve Küresel Ahlaki Çöküş

Gazze Şeridi’nde aylardır süregiden kıtlık yalnızca insani bir trajedi değil; uluslararası hukuk normlarının, ahlaki sorumluluğun ve insanlık onurunun sistemli biçimde çiğnendiği, modern zamanların en aleni açlık temelli soykırımıdır. İsrail işgal kuvvetlerinin açlığı bir savaş silahı olarak kullanması ve sivilleri doğrudan gıda temini sırasında katletmesi; tüm bu eylemleri yalnızca bir devlet terörü meselesi olmaktan çıkarmakta uluslararası toplumun büyük kısmını suça iştirak eden fail yapmaktadır.

İsrail'in Yeni Savaş Doktrini

İsrail’in 7 Ekim sonrası uyguladığı yoğun bombardıman ve abluka politikasının ardından Gazze Şeridi'nde gıdaya, ilaca ve temiz suya erişim neredeyse imkânsız hâle gelmiştir. Ancak mesele yalnızca bu fiziki imkânsızlık değildir; mesele, yardımların bilerek engellenmesi, geçişlerin keyfi biçimde kapatılması ve yardım arayan sivillerin topyekûn hedef alınmasıdır. Bu durum, İsrail’in açlığı ve hastalığı sivil nüfusu etkisizleştirmenin bilinçli ve uzun vadeli bir aracı hâline getirdiğini açıkça göstermektedir.

Bu bağlamda açlık, yalnızca bir sonuç değil, önceden kurgulanmış bir stratejinin doğrudan ürünüdür. Özellikle yardım dağıtım noktalarında yaşanan katliamlar artık münferit hadiseler değil, planlı imha uygulamalarıdır.

Suçun Yeni Biçimi Olarak Kayıtsızlık

Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere Batı dünyası bu soykırımı ya doğrudan desteklemekte ya da sinsice göz yummaktadır. Yardım konvoylarının engellenmesini “güvenlik gerekçeleriyle” meşrulaştıran, kıtlığın “resmen” ilan edilmesi için istatistiksel parametreler arayan ve onlarca insanın açlıktan ölümünü “yeterli delil” saymayan bu yaklaşım yalnızca ahlaki bir çöküş değil aynı zamanda hukuki ve siyasal bir suç ortaklığıdır.

Birleşmiş Milletler’in ve bağlı kuruluşlarının pasif söylemleri, “endişe” vurgulu açıklamaları ve bürokratik sınıflandırma takıntısı; akan kanı durdurmak şöyle dursun, onu tanımlamakta dahi acz içerisindedir. Gazze’de yaşanan trajedi, Batı’nın evrensel hukuk, insan hakları ve medeniyet iddialarının kofluğunu bütünüyle ifşa etmiştir.

İslam Dünyasının Derin Sessizliği

Ancak en utanç verici tablo sözüm ona “ümmet bilinci”yle hareket ettiğini iddia eden İslam ülkelerinin sergilediği derin ve sistematik sessizliktir. İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği ve bölgesel güçler yalnızca diplomatik retorik üretmekle yetinmekte; gerçek anlamda ablukanın kırılması, sınırların zorlanması ya da insani yardım koridorlarının açılması için en ufak bir bedel ödemeye yanaşmamaktadır.

Bu, yalnızca siyasi bir zafiyet değil; ahlaki bir iflasın, tarihsel bir çöküşün ve vicdani bir yok oluşun tezahürüdür. Gazze’de çocuklar sütsüz, ilacsız ve ekmeksiz ölürken bölge ülkelerinin başkentlerinde kurulan sofraların ihtişamı ve diplomatik törenlerin sükûneti bu felaketi neredeyse görünmez kılmaktadır.

Soykırımın Anatomisi

Gazze’de kıtlık “resmen ilan edilmedi” gerekçesiyle hâlâ “şartların oluşmadığını” iddia eden BM mekanizması soykırımın yalnızca silahla değil, bürokratik kayıtsızlıkla da işlenebileceğini gözler önüne sermektedir. Uluslararası toplumun ölen çocukların sayısını bir "ölüm belgesi" ve bir "klasifikasyon standardı" ile tanımaya hazır olması insan hakları rejiminin ne denli işlevsiz hâle geldiğini göstermektedir.

Kıtlık, artık istatistiksel bir gerçek değil; jeopolitik bir tercih, siyasal bir araç ve insanlığı test eden bir eşiktir. Bu eşiği geçenlerin, yani sesini çıkarmayan, gözünü yuman, suça ortak olanların insanlıkla bağını yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir.

Gazze’de açlıktan ölen çocuklar, yalnızca bir savaşın kurbanı değil; aynı zamanda küresel sistemin vicdansız mimarisinin inşasında kullanılan taşlardır. Her ölü çocuk cesedi hukuksuzluğun yeni bir sayfası, kayıtsızlığın kanla yazılmış bir belgesidir.

Bu çağın yeni dili açlıktır, yeni cezası suskunluktur, yeni suçu ise ortaklıktır.