Gazze'de Sistematik Açlık Soykırımı ve Küresel Ahlaki Çöküş
Gazze Şeridi’nde aylardır süregiden kıtlık yalnızca
insani bir trajedi değil; uluslararası hukuk normlarının, ahlaki sorumluluğun
ve insanlık onurunun sistemli biçimde çiğnendiği, modern zamanların en aleni
açlık temelli soykırımıdır. İsrail işgal kuvvetlerinin açlığı bir savaş silahı
olarak kullanması ve sivilleri doğrudan gıda temini sırasında katletmesi; tüm
bu eylemleri yalnızca bir devlet terörü meselesi olmaktan çıkarmakta uluslararası
toplumun büyük kısmını suça iştirak eden fail yapmaktadır.
İsrail'in Yeni
Savaş Doktrini
İsrail’in 7 Ekim sonrası uyguladığı yoğun
bombardıman ve abluka politikasının ardından Gazze Şeridi'nde gıdaya, ilaca ve
temiz suya erişim neredeyse imkânsız hâle gelmiştir. Ancak mesele yalnızca bu
fiziki imkânsızlık değildir; mesele, yardımların bilerek engellenmesi,
geçişlerin keyfi biçimde kapatılması ve yardım arayan sivillerin topyekûn hedef
alınmasıdır. Bu durum, İsrail’in açlığı ve hastalığı sivil nüfusu etkisizleştirmenin
bilinçli ve uzun vadeli bir aracı hâline getirdiğini açıkça göstermektedir.
Bu bağlamda açlık, yalnızca bir sonuç değil,
önceden kurgulanmış bir stratejinin doğrudan ürünüdür. Özellikle yardım dağıtım
noktalarında yaşanan katliamlar artık münferit hadiseler değil, planlı imha
uygulamalarıdır.
Suçun Yeni
Biçimi Olarak Kayıtsızlık
Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere Batı
dünyası bu soykırımı ya doğrudan desteklemekte ya da sinsice göz yummaktadır.
Yardım konvoylarının engellenmesini “güvenlik gerekçeleriyle” meşrulaştıran,
kıtlığın “resmen” ilan edilmesi için istatistiksel parametreler arayan ve onlarca
insanın açlıktan ölümünü “yeterli delil” saymayan bu yaklaşım yalnızca ahlaki
bir çöküş değil aynı zamanda hukuki ve siyasal bir suç ortaklığıdır.
Birleşmiş Milletler’in ve bağlı kuruluşlarının
pasif söylemleri, “endişe” vurgulu açıklamaları ve bürokratik sınıflandırma
takıntısı; akan kanı durdurmak şöyle dursun, onu tanımlamakta dahi acz
içerisindedir. Gazze’de yaşanan trajedi, Batı’nın evrensel hukuk, insan
hakları ve medeniyet iddialarının kofluğunu bütünüyle ifşa etmiştir.
İslam
Dünyasının Derin Sessizliği
Ancak en utanç verici tablo sözüm ona “ümmet
bilinci”yle hareket ettiğini iddia eden İslam ülkelerinin sergilediği derin ve
sistematik sessizliktir. İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği ve bölgesel
güçler yalnızca diplomatik retorik üretmekle yetinmekte; gerçek anlamda
ablukanın kırılması, sınırların zorlanması ya da insani yardım koridorlarının
açılması için en ufak bir bedel ödemeye yanaşmamaktadır.
Bu, yalnızca siyasi bir zafiyet değil; ahlaki bir
iflasın, tarihsel bir çöküşün ve vicdani bir yok oluşun tezahürüdür. Gazze’de
çocuklar sütsüz, ilacsız ve ekmeksiz ölürken bölge ülkelerinin başkentlerinde
kurulan sofraların ihtişamı ve diplomatik törenlerin sükûneti bu felaketi
neredeyse görünmez kılmaktadır.
Soykırımın
Anatomisi
Gazze’de kıtlık “resmen ilan edilmedi”
gerekçesiyle hâlâ “şartların oluşmadığını” iddia eden BM mekanizması soykırımın
yalnızca silahla değil, bürokratik kayıtsızlıkla da işlenebileceğini gözler
önüne sermektedir. Uluslararası toplumun ölen çocukların sayısını bir
"ölüm belgesi" ve bir "klasifikasyon standardı" ile
tanımaya hazır olması insan hakları rejiminin ne denli işlevsiz hâle geldiğini
göstermektedir.
Kıtlık, artık istatistiksel bir gerçek değil;
jeopolitik bir tercih, siyasal bir araç ve insanlığı test eden bir eşiktir. Bu
eşiği geçenlerin, yani sesini çıkarmayan, gözünü yuman, suça ortak olanların
insanlıkla bağını yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir.
Gazze’de açlıktan ölen çocuklar, yalnızca bir
savaşın kurbanı değil; aynı zamanda küresel sistemin vicdansız mimarisinin
inşasında kullanılan taşlardır. Her ölü çocuk cesedi hukuksuzluğun yeni bir
sayfası, kayıtsızlığın kanla yazılmış bir belgesidir.
Bu çağın yeni dili açlıktır, yeni cezası
suskunluktur, yeni suçu ise ortaklıktır.