202411 - Vakıf Katılım - Finansal Çözümler (160x600 Sol)
202411 - Vakıf Katılım - Finansal Çözümler (160x600 Sağ)

21 Ekim 2024

​Direniş, Dayanıklılık ve Mücadelenin Yeniden Doğuşu

 

Mescid-i Aksa Tufanı’nın yıldönümü Filistin direnişinin özellikle de Gazze’nin küresel bir direniş sembolü olarak önem kazandığı bir dönemi işaret ediyor. 7 Ekim’in yıldönümünde Hamas hareketinin Siyasi Büro üyesi ve Arap ve İslam İlişkileri Bürosu başkanı Dr. Halil El-Hayya’nın yaptığı konuşma oldukça kapsamlı ve derin mesajları içerisinde barındırıyordu. Bu anma konuşmasında El-Hayya, Filistin halkının işgale karşı sergilediği kararlılık, dayanıklılık ve azmi vurguladı.

 

Direniş hareketi, sadece hayatta kalmakla kalmadı aynı zamanda yeni bir aşamaya evrildi. Biz de El-Hayya’nın konuşmasında öne çıkan ana temalar analiz etmeye ve Mescid-i Aksa Tufanı’nın tarihsel, stratejik ve jeopolitik boyutlarıyla Filistin direnişi üzerindeki etkilerini incelemeye çalışacağız.  incelenecektir. El-Hayya’nın konuşması, bu mücadelenin geçmişine ışık tutarken, gelecekteki yönüne dair de önemli ipuçları vermektedir.

 

1. Mescid-i Aksa Tufanı'nın Tarihsel Bağlamı

 

El-Hayya'nın konuşması Mescid-i Aksa Tufanı'nı Filistin direnişinin uzun tarihsel sürecine yerleştiriyor. 1948 Nakba'sı ve intifadalar gibi tarihi olaylarla paralellik kurarak 7 Ekim'deki olayları Filistin direnişi açısından bir dönüm noktası olarak değerlendiriyor. Kassam Tugayları'nın işgal güçlerine yönelik gerçekleştirdiği operasyonlar İsrail'in askeri üstünlük iddialarını yerle bir etti ve bölgedeki askeri dengeyi yeniden şekillendirdi.

 

Bu operasyon, İsrail'in "yenilmezlik" mitini kırarak işgalci güçlerin kırılganlığını ortaya çıkardı. El-Hayya bu zaferin sadece askeri bir başarı olmadığını aynı zamanda Filistin ulusal anlatısında yeni bir sayfa açtığını vurguluyor. Bu bağlamda, Mescid-i Aksa Tufanı Filistin mücadelesinin tarihsel sürekliliğinin bir parçası olarak değerlendirilirken aynı zamanda direnişin günümüzdeki önemli bir kilometre taşı olarak görülüyor.

 

2. Gazze: Direniş ve Fedakarlığın Sembolü

 

El-Hayya’nın konuşmasında Gazze yalnızca coğrafi bir bölge olmanın ötesine geçiyor; Filistin direnişinin kalbi ve ruhu olarak ön plana çıkıyor. El-Hayya Gazze halkının sürekli bombardıman, yıkım ve yerinden edilme karşısında gösterdiği dayanıklılığı övüyor. Evler, camiler, üniversiteler ve altyapıların yok edilmesine rağmen Gazze halkı direnişten vazgeçmiyor. El-Hayya’ya göre bu direniş sadece bir hayatta kalma mücadelesi değil; Filistin halkının her türlü yok edilme girişimine karşı sergilediği kolektif iradenin bir göstergesi. El-Hayya, Gazze’nin stratejik önemine de dikkat çekiyor.

 

Kassam Tugayları’nın elit savaşçılarının İsrail ordusunun ana bölümlerini felç ettiğini ve düşmanın zayıflıklarını açığa çıkardığını belirtiyor. Gazze halkının direnişi yalnızca Filistin için değil tüm Arap ve İslam dünyası için bir gurur kaynağı olarak görülüyor. Gazze halkı, sundukları eşsiz fedakarlıklarla, El-Hayya’nın ifadesiyle, “kararlı ve onurlu” bir halk olduklarını bir kez daha kanıtladı.

 

3. Liderlik, Şehadet ve Ulusal Birlik

 

El-Hayya’nın konuşmasında liderlik ve şehadet, direniş hareketinin merkezinde yer alıyor. Yahya El-Sinwar ve İsmail Haniye gibi Hamas liderleri övgüyle anılırken bu liderlerin direnişe yaptığı katkılar hem stratejik hem de moral açısından ön plana çıkarılıyor. Liderlik ve şehadet Filistin halkı için sadece askeri birer başarı değil aynı zamanda direnişin ahlaki ve manevi temellerini güçlendiren unsurlar olarak değerlendiriliyor. El-Hayya, direniş liderlerinin yalnızca stratejik komutanlar değil aynı zamanda Filistin halkının ahlaki rehberleri olduğunu vurguluyor. Bu liderler halkın dayanıklılığı ve direniş ruhunu simgeliyor.

 

Ayrıca, El-Hayya, Filistin’in farklı fraksiyonları arasında birlik çağrısında bulunarak, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi örgütleri de selamlıyor. Ona göre direnişin başarısı bu fraksiyonların ortak hedefler etrafında birleşmesiyle mümkün olacak. Şehadet, El-Hayya'nın konuşmasında Filistin davasına olan bağlılığın en yüksek ifadesi olarak sunuluyor. Şehitler El-Hayya’ya göre, yeni nesil savaşçılar için birer ilham kaynağı olmaya devam ediyor ve Filistin halkının özgürlüğü için ödemeye hazır oldukları bedelin bir hatırlatıcısı olarak görülüyor.

 

4. Jeopolitik Boyut: Bölgesel Dayanışma ve Küresel Sonuçlar

 

El-Hayya’nın konuşmasındaki önemli noktalardan biri de Filistin direnişi ile bölgedeki diğer mücadeleler arasındaki bağlantıdır. Lübnan’daki Hizbullah, Yemen’deki Husi hareketi ve Irak’taki direniş hareketlerinin Filistin davasına verdiği destek vurgulanıyor. El-Hayya  Filistin mücadelesinin bölgedeki diğer anti-emperyalist ve anti-kolonyalist hareketlerle nasıl birleştiğini ve bu mücadelenin küresel bir yankı bulduğunu belirtiyor. . El-Hayya , diğer müslüman halklara ise şöyle dedi: "Duygularınızın halkımızla ve direnişimizle beraber olmasından dolayı memnunuz ama sizlerden soykırıma uğrayan halkımızla dayanışmak adına daha etkili yollar bulmanızı ve Kudüs'ün özgürleştirilmesinde pay sahibi olacak şekilde Tufan'a dahil olmanızı bekliyoruz."

 

Bu dayanışma Arap ve İslam dünyasında "cihad ruhunu" yeniden canlandırmış ve Filistin davasına yönelik bölgesel desteği artırmıştır. El-Hayya Filistin davasının artık sadece bir yerel mesele olmadığını, dünya genelinde özgürlük mücadelesi veren halklar için bir ilham kaynağı haline geldiğini vurguluyor. Bu bağlamda, Filistin mücadelesinin, İsrail'in bölgede kurmaya çalıştığı askeri ve siyasi düzeni nasıl tehdit ettiğini de ele alıyor.El-Hayya, Mescid-i Aksa Tufanı'nın İsrail’in askeri ve siyasi yapılarının kırılganlığını ortaya çıkardığını belirtiyor. İsrail'in on yıllardır sürdürdüğü güvenlik ittifakları Filistin direnişinin bu operasyonlarıyla zayıflamış durumda. Bu, El-Hayya'ya göre, İsrail işgalinin sürdürülebilir olmadığını ve bölgedeki istikrarın ancak Filistin halkının haklarına kavuşmasıyla sağlanabileceğini gösteriyor.

 

5. Filistin Mücadelesinin Geleceği

 

El-Hayya'nın konuşmasının son bölümleri umut ve meydan okuma mesajları içeriyor. Filistin davasının artık küresel sahnede "bir numaralı mesele" haline geldiğini ve Filistin halkının hakları tamamen geri alınmadıkça bölgede güvenlik ve istikrar sağlanamayacağını vurguluyor. Bu mesaj, Filistin mücadelesinin gelecekteki seyrine dair önemli ipuçları sunuyor. El-Hayya işgalin sona erdirilmesi, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ve mültecilerin geri dönüş hakkının tanınması gibi temel taleplerden taviz verilmeyeceğini belirtiyor.

 

Bu bağlamda El-Hayya, Filistin halkının zorla kabul ettirilmiş çözümleri asla kabul etmeyeceğini ve müzakere masasında zorla dayatılacak hiçbir şeyin kabul edilemeyeceğini açıkça ifade ediyor. Filistin mücadelesinin geleceği El-Hayya’ya göre, halkın haklarını tam anlamıyla geri kazanana kadar direnişin devam edeceği bir süreç olacak.

 

Sonuç

 

El-Hayya'nınMescid-i Aksa Tufanı’nın yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşma Filistin direnişinin temel temalarını yeniden gözler önüne seriyor: dayanıklılık, liderlik, şehadet, bölgesel dayanışma ve geleceğe yönelik net bir vizyon. Mescid-i Aksa Tufanı yalnızca bir askeri operasyon değil aynı zamanda Filistin mücadelesinin küresel sahnede yeniden güç kazandığı bir dönüm noktasıdır. El-Hayya’nın konuşması Gazze’nin bu direnişteki merkezi rolünü, Filistin halkının azmini ve İslam dünyasının Filistin davasına verdiği ve vermesi gereken desteği ortaya koyuyor.

 

Gazze, işgale ve emperyalizme karşı direnişin kalbi olarak öne çıkarken Filistin halkının sunduğu fedakarlıklar tüm dünyadaki direniş hareketleri için bir ilham kaynağı olmayı sürdürüyor. El-Hayya'nın da belirttiği gibi, Filistin davası artık küresel bir mesele haline gelmiştir ve direnişin başarıya ulaşabilmesi için hem birlik hem de kararlılık gerekmektedir.

 

**

 

İsrail’in en ırkçı ve kibirli iddiası; Vaad edilmiş topraklar

 

İsrail'in "Vadedilmiş Topraklar" iddiası tarihsel ve teolojik bir dayanağa sahip olduğunu öne süren bir anlayışla şekillenmiştir. Yahudilikte yer alan Tanah’a göre, Allah'ın Hz. İbrahim'e ve soyuna vadettiği toprakların Yahudi halkına ait olduğu savunulmaktadır. Bu iddia özellikle Siyonizm hareketi ile modern çağda daha politik bir nitelik kazanmış ve İsrail devleti tarafından meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Yahudiler işgal ettikleri ülke, şehir ve toprakların 2-3 bin yıl önce tanrılarının kendine söz verdiği için hakları olduğunu iddia ediyorlar. Pek tabi ki  iddianın tarihsel ve dini dayanakları tartışmaya açık olduğu gibi bu toprakların Müslümanlar için taşıdığı önem de görmezden gelinemez.

 

Vadedilmiş Topraklar İddiasının Arka Planı

 

İsrail’in "Vadedilmiş Topraklar" kavramı, Yahudi teolojisinin merkezi bir unsuru olarak kabul edilir. Buna göre, Hz. İbrahim'e Allah tarafından Filistin toprakları ve çevresi vaat edilmiştir. Ancak bu vaat sadece bir ulusun çıkarlarına hizmet eden bir anlayışla yorumlanamaz. İslam’a göre de Hz. İbrahim, yalnızca Yahudilere değil tüm insanlığa rehberlik etmiş bir peygamberdir. Dolayısıyla bu topraklar üzerinde sadece Yahudilerin hakkı olduğunu savunan tek taraflı bir bakış açısı İslam’ın evrensel barış ve adalet anlayışına ters düşmektedir.

 

Kur'an-ı Kerim'de bu toprakların belirli bir kavme değil hak ve adaletin hakim olduğu toplumlara ait olması gerektiği vurgulanır (Bakara, 2:124). Vadedilmiş topraklar iddiası bugün büyük bir kısmı Müslüman olan Filistin halkını yok sayan bir anlayışın ürünüdür. Yahudilikte yer alan bir inancın, siyasi bir araca dönüştürülerek Filistin topraklarında gerçekleştirilmek istenen işgal politikaları İslam’a göre zulmün ve adaletsizliğin bir tezahürüdür.

 

Nereler Hedefleniyor?

 

Vadedilmiş topraklar iddiası sınırları belirsiz ve genişlemeci bir söylemi içerir. İsrail’in tarihi boyunca süregelen toprak işgalleri özellikle Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yerleşim faaliyetleri bu iddianın bir parçası olarak gösterilmektedir. Bu iddia "Büyük İsrail" projesi ile de bağlantılıdır; bu proje, Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsayan bir Yahudi devleti hayalini barındırmaktadır. Bu hedef, sadece Filistin topraklarını değil, aynı zamanda Türkiye dahil çevre ülkelerin topraklarını da kapsamaktadır. Ancak bu tür bir iddia bölgedeki halkların haklarını, dinlerini ve kültürlerini yok sayan bir anlayışı temsil eder.

 

Ahlaksız ve kibirli bir iddia

 

İslami perspektiften bakıldığında İsrail'in vadedilmiş topraklar iddiası hem teolojik hem de ahlaki açıdan sorunlu bir yaklaşımdır. İslam’a göre topraklar üzerinde hak sahibi olmanın tek yolu orada yaşayan halklara adaletle ve merhametle muamele etmektir. Peygamber Efendimiz'in (sav) Medine Vesikası ile ortaya koyduğu örnekte de görüldüğü gibi farklı dinlere mensup toplumların barış içinde bir arada yaşayabilmesi İslam'ın temel ilkelerindendir. Bu nedenle bir ulusun ya da dinin mutlak egemenliğini dayatmak İslam’ın barış ve adalet anlayışına aykırıdır. İslam adaleti önerir ve kıymet adalete göre verilir.

 

Bugün, İsrail’in "Vadedilmiş Topraklar" iddiası sadece dini bir iddia olarak değil, aynı zamanda bölgedeki siyasi dengeleri sarsan ve Filistin halkının varoluş mücadelesini tehlikeye atan bir stratejidir. Gençler olarak bizler, adaletin ve barışın İslam'ın temel değerleri olduğunu unutmamalı ve bu tür iddialar karşısında bilinçli bir duruş sergilemeliyiz. Filistin toprakları sadece bir dinin ya da milletin mülkü olamaz; bu topraklar Allah’ın adaletini yeryüzünde tesis etmek isteyen tüm insanlara emanettir.