Direniş, Dayanıklılık ve Mücadelenin Yeniden Doğuşu
Mescid-i
Aksa Tufanı’nın yıldönümü Filistin direnişinin özellikle de Gazze’nin küresel
bir direniş sembolü olarak önem kazandığı bir dönemi işaret ediyor. 7 Ekim’in
yıldönümünde Hamas hareketinin Siyasi Büro üyesi ve Arap ve İslam İlişkileri
Bürosu başkanı Dr. Halil El-Hayya’nın yaptığı konuşma oldukça kapsamlı ve derin
mesajları içerisinde barındırıyordu. Bu anma konuşmasında El-Hayya, Filistin
halkının işgale karşı sergilediği kararlılık, dayanıklılık ve azmi vurguladı.
Direniş
hareketi, sadece hayatta kalmakla kalmadı aynı zamanda yeni bir aşamaya
evrildi. Biz de El-Hayya’nın konuşmasında öne çıkan ana temalar analiz etmeye
ve Mescid-i Aksa Tufanı’nın tarihsel, stratejik ve jeopolitik boyutlarıyla
Filistin direnişi üzerindeki etkilerini incelemeye çalışacağız. incelenecektir. El-Hayya’nın konuşması, bu
mücadelenin geçmişine ışık tutarken, gelecekteki yönüne dair de önemli ipuçları
vermektedir.
1.
Mescid-i Aksa Tufanı'nın Tarihsel Bağlamı
El-Hayya'nın
konuşması Mescid-i Aksa Tufanı'nı Filistin direnişinin uzun tarihsel sürecine
yerleştiriyor. 1948 Nakba'sı ve intifadalar gibi tarihi olaylarla paralellik
kurarak 7 Ekim'deki olayları Filistin direnişi açısından bir dönüm noktası
olarak değerlendiriyor. Kassam Tugayları'nın işgal güçlerine yönelik
gerçekleştirdiği operasyonlar İsrail'in askeri üstünlük iddialarını yerle bir
etti ve bölgedeki askeri dengeyi yeniden şekillendirdi.
Bu
operasyon, İsrail'in "yenilmezlik" mitini kırarak işgalci güçlerin
kırılganlığını ortaya çıkardı. El-Hayya bu zaferin sadece askeri bir başarı
olmadığını aynı zamanda Filistin ulusal anlatısında yeni bir sayfa açtığını
vurguluyor. Bu bağlamda, Mescid-i Aksa Tufanı Filistin mücadelesinin tarihsel
sürekliliğinin bir parçası olarak değerlendirilirken aynı zamanda direnişin
günümüzdeki önemli bir kilometre taşı olarak görülüyor.
2.
Gazze: Direniş ve Fedakarlığın Sembolü
El-Hayya’nın
konuşmasında Gazze yalnızca coğrafi bir bölge olmanın ötesine geçiyor; Filistin
direnişinin kalbi ve ruhu olarak ön plana çıkıyor. El-Hayya Gazze halkının
sürekli bombardıman, yıkım ve yerinden edilme karşısında gösterdiği
dayanıklılığı övüyor. Evler, camiler, üniversiteler ve altyapıların yok
edilmesine rağmen Gazze halkı direnişten vazgeçmiyor. El-Hayya’ya göre bu
direniş sadece bir hayatta kalma mücadelesi değil; Filistin halkının her türlü
yok edilme girişimine karşı sergilediği kolektif iradenin bir göstergesi.
El-Hayya, Gazze’nin stratejik önemine de dikkat çekiyor.
Kassam
Tugayları’nın elit savaşçılarının İsrail ordusunun ana bölümlerini felç
ettiğini ve düşmanın zayıflıklarını açığa çıkardığını belirtiyor. Gazze
halkının direnişi yalnızca Filistin için değil tüm Arap ve İslam dünyası için
bir gurur kaynağı olarak görülüyor. Gazze halkı, sundukları eşsiz
fedakarlıklarla, El-Hayya’nın ifadesiyle, “kararlı ve onurlu” bir halk
olduklarını bir kez daha kanıtladı.
3.
Liderlik, Şehadet ve Ulusal Birlik
El-Hayya’nın
konuşmasında liderlik ve şehadet, direniş hareketinin merkezinde yer alıyor.
Yahya El-Sinwar ve İsmail Haniye gibi Hamas liderleri övgüyle anılırken bu
liderlerin direnişe yaptığı katkılar hem stratejik hem de moral açısından ön
plana çıkarılıyor. Liderlik ve şehadet Filistin halkı için sadece askeri birer
başarı değil aynı zamanda direnişin ahlaki ve manevi temellerini güçlendiren
unsurlar olarak değerlendiriliyor. El-Hayya, direniş liderlerinin yalnızca
stratejik komutanlar değil aynı zamanda Filistin halkının ahlaki rehberleri
olduğunu vurguluyor. Bu liderler halkın dayanıklılığı ve direniş ruhunu
simgeliyor.
Ayrıca,
El-Hayya, Filistin’in farklı fraksiyonları arasında birlik çağrısında
bulunarak, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi örgütleri de
selamlıyor. Ona göre direnişin başarısı bu fraksiyonların ortak hedefler
etrafında birleşmesiyle mümkün olacak. Şehadet, El-Hayya'nın konuşmasında
Filistin davasına olan bağlılığın en yüksek ifadesi olarak sunuluyor. Şehitler
El-Hayya’ya göre, yeni nesil savaşçılar için birer ilham kaynağı olmaya devam
ediyor ve Filistin halkının özgürlüğü için ödemeye hazır oldukları bedelin bir
hatırlatıcısı olarak görülüyor.
4.
Jeopolitik Boyut: Bölgesel Dayanışma ve Küresel Sonuçlar
El-Hayya’nın
konuşmasındaki önemli noktalardan biri de Filistin direnişi ile bölgedeki diğer
mücadeleler arasındaki bağlantıdır. Lübnan’daki Hizbullah, Yemen’deki Husi
hareketi ve Irak’taki direniş hareketlerinin Filistin davasına verdiği destek
vurgulanıyor. El-Hayya Filistin
mücadelesinin bölgedeki diğer anti-emperyalist ve anti-kolonyalist hareketlerle
nasıl birleştiğini ve bu mücadelenin küresel bir yankı bulduğunu belirtiyor. .
El-Hayya , diğer müslüman halklara ise şöyle dedi: "Duygularınızın
halkımızla ve direnişimizle beraber olmasından dolayı memnunuz ama sizlerden
soykırıma uğrayan halkımızla dayanışmak adına daha etkili yollar bulmanızı ve
Kudüs'ün özgürleştirilmesinde pay sahibi olacak şekilde Tufan'a dahil olmanızı
bekliyoruz."
Bu
dayanışma Arap ve İslam dünyasında "cihad ruhunu" yeniden
canlandırmış ve Filistin davasına yönelik bölgesel desteği artırmıştır.
El-Hayya Filistin davasının artık sadece bir yerel mesele olmadığını, dünya
genelinde özgürlük mücadelesi veren halklar için bir ilham kaynağı haline
geldiğini vurguluyor. Bu bağlamda, Filistin mücadelesinin, İsrail'in bölgede
kurmaya çalıştığı askeri ve siyasi düzeni nasıl tehdit ettiğini de ele
alıyor.El-Hayya, Mescid-i Aksa Tufanı'nın İsrail’in askeri ve siyasi
yapılarının kırılganlığını ortaya çıkardığını belirtiyor. İsrail'in on
yıllardır sürdürdüğü güvenlik ittifakları Filistin direnişinin bu
operasyonlarıyla zayıflamış durumda. Bu, El-Hayya'ya göre, İsrail işgalinin
sürdürülebilir olmadığını ve bölgedeki istikrarın ancak Filistin halkının
haklarına kavuşmasıyla sağlanabileceğini gösteriyor.
5.
Filistin Mücadelesinin Geleceği
El-Hayya'nın
konuşmasının son bölümleri umut ve meydan okuma mesajları içeriyor. Filistin
davasının artık küresel sahnede "bir numaralı mesele" haline
geldiğini ve Filistin halkının hakları tamamen geri alınmadıkça bölgede
güvenlik ve istikrar sağlanamayacağını vurguluyor. Bu mesaj, Filistin
mücadelesinin gelecekteki seyrine dair önemli ipuçları sunuyor. El-Hayya
işgalin sona erdirilmesi, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ve
mültecilerin geri dönüş hakkının tanınması gibi temel taleplerden taviz
verilmeyeceğini belirtiyor.
Bu
bağlamda El-Hayya, Filistin halkının zorla kabul ettirilmiş çözümleri asla
kabul etmeyeceğini ve müzakere masasında zorla dayatılacak hiçbir şeyin kabul
edilemeyeceğini açıkça ifade ediyor. Filistin mücadelesinin geleceği
El-Hayya’ya göre, halkın haklarını tam anlamıyla geri kazanana kadar direnişin
devam edeceği bir süreç olacak.
Sonuç
El-Hayya'nınMescid-i
Aksa Tufanı’nın yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşma Filistin direnişinin
temel temalarını yeniden gözler önüne seriyor: dayanıklılık, liderlik, şehadet,
bölgesel dayanışma ve geleceğe yönelik net bir vizyon. Mescid-i Aksa Tufanı
yalnızca bir askeri operasyon değil aynı zamanda Filistin mücadelesinin küresel
sahnede yeniden güç kazandığı bir dönüm noktasıdır. El-Hayya’nın konuşması
Gazze’nin bu direnişteki merkezi rolünü, Filistin halkının azmini ve İslam
dünyasının Filistin davasına verdiği ve vermesi gereken desteği ortaya koyuyor.
Gazze,
işgale ve emperyalizme karşı direnişin kalbi olarak öne çıkarken Filistin
halkının sunduğu fedakarlıklar tüm dünyadaki direniş hareketleri için bir ilham
kaynağı olmayı sürdürüyor. El-Hayya'nın da belirttiği gibi, Filistin davası
artık küresel bir mesele haline gelmiştir ve direnişin başarıya ulaşabilmesi
için hem birlik hem de kararlılık gerekmektedir.
**
İsrail’in
en ırkçı ve kibirli iddiası; Vaad edilmiş topraklar
İsrail'in
"Vadedilmiş Topraklar" iddiası tarihsel ve teolojik bir dayanağa
sahip olduğunu öne süren bir anlayışla şekillenmiştir. Yahudilikte yer alan
Tanah’a göre, Allah'ın Hz. İbrahim'e ve soyuna vadettiği toprakların Yahudi
halkına ait olduğu savunulmaktadır. Bu iddia özellikle Siyonizm hareketi ile
modern çağda daha politik bir nitelik kazanmış ve İsrail devleti tarafından
meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Yahudiler işgal ettikleri ülke, şehir ve toprakların
2-3 bin yıl önce tanrılarının kendine söz verdiği için hakları olduğunu iddia
ediyorlar. Pek tabi ki iddianın tarihsel
ve dini dayanakları tartışmaya açık olduğu gibi bu toprakların Müslümanlar için
taşıdığı önem de görmezden gelinemez.
Vadedilmiş
Topraklar İddiasının Arka Planı
İsrail’in
"Vadedilmiş Topraklar" kavramı, Yahudi teolojisinin merkezi bir
unsuru olarak kabul edilir. Buna göre, Hz. İbrahim'e Allah tarafından Filistin
toprakları ve çevresi vaat edilmiştir. Ancak bu vaat sadece bir ulusun
çıkarlarına hizmet eden bir anlayışla yorumlanamaz. İslam’a göre de Hz.
İbrahim, yalnızca Yahudilere değil tüm insanlığa rehberlik etmiş bir
peygamberdir. Dolayısıyla bu topraklar üzerinde sadece Yahudilerin hakkı
olduğunu savunan tek taraflı bir bakış açısı İslam’ın evrensel barış ve adalet
anlayışına ters düşmektedir.
Kur'an-ı
Kerim'de bu toprakların belirli bir kavme değil hak ve adaletin hakim olduğu
toplumlara ait olması gerektiği vurgulanır (Bakara, 2:124). Vadedilmiş
topraklar iddiası bugün büyük bir kısmı Müslüman olan Filistin halkını yok
sayan bir anlayışın ürünüdür. Yahudilikte yer alan bir inancın, siyasi bir
araca dönüştürülerek Filistin topraklarında gerçekleştirilmek istenen işgal
politikaları İslam’a göre zulmün ve adaletsizliğin bir tezahürüdür.
Nereler
Hedefleniyor?
Vadedilmiş
topraklar iddiası sınırları belirsiz ve genişlemeci bir söylemi içerir.
İsrail’in tarihi boyunca süregelen toprak işgalleri özellikle Batı Şeria ve
Doğu Kudüs’teki yerleşim faaliyetleri bu iddianın bir parçası olarak
gösterilmektedir. Bu iddia "Büyük İsrail" projesi ile de
bağlantılıdır; bu proje, Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan geniş bir
coğrafyayı kapsayan bir Yahudi devleti hayalini barındırmaktadır. Bu hedef,
sadece Filistin topraklarını değil, aynı zamanda Türkiye dahil çevre ülkelerin
topraklarını da kapsamaktadır. Ancak bu tür bir iddia bölgedeki halkların
haklarını, dinlerini ve kültürlerini yok sayan bir anlayışı temsil eder.
Ahlaksız
ve kibirli bir iddia
İslami
perspektiften bakıldığında İsrail'in vadedilmiş topraklar iddiası hem teolojik
hem de ahlaki açıdan sorunlu bir yaklaşımdır. İslam’a göre topraklar üzerinde
hak sahibi olmanın tek yolu orada yaşayan halklara adaletle ve merhametle
muamele etmektir. Peygamber Efendimiz'in (sav) Medine Vesikası ile ortaya
koyduğu örnekte de görüldüğü gibi farklı dinlere mensup toplumların barış
içinde bir arada yaşayabilmesi İslam'ın temel ilkelerindendir. Bu nedenle bir
ulusun ya da dinin mutlak egemenliğini dayatmak İslam’ın barış ve adalet
anlayışına aykırıdır. İslam adaleti önerir ve kıymet adalete göre verilir.
Bugün,
İsrail’in "Vadedilmiş Topraklar" iddiası sadece dini bir iddia olarak
değil, aynı zamanda bölgedeki siyasi dengeleri sarsan ve Filistin halkının
varoluş mücadelesini tehlikeye atan bir stratejidir. Gençler olarak bizler,
adaletin ve barışın İslam'ın temel değerleri olduğunu unutmamalı ve bu tür
iddialar karşısında bilinçli bir duruş sergilemeliyiz. Filistin toprakları
sadece bir dinin ya da milletin mülkü olamaz; bu topraklar Allah’ın adaletini
yeryüzünde tesis etmek isteyen tüm insanlara emanettir.