Aynştayn Hazzı Yahut Utanmazlığın Tarihine Giriş
Hayat anlam arayışı ve
mana bulmak süreğinde insanın düşüp kalkmalıdır, dense insanlar arasında dönüp
duran günlere yanlış bakılmış olmaz, diye düşünüyoruz. Hırs ve kibrin
kirlettiği hayatlar içerisinden herkes kendi gözünden hakkı ve haklıyı
belirleyip kendi varlığını bazen yaşayarak, bazen dayatarak bazen de maruz
bırakarak sürdürüyor. Bir akış devam ediyor. İnsan insanla sırlı bir muamma.
Kendinden kendine ve oradan hakikate yazgılı bir yolcu. Gerçek doğrunun, sahici
iyinin ve nitelikli güzelliğin rasyonalitesine vurgun ama kendine tuzaklar
kurmakta da mahir bir avcı. Nietzsche’nin Zerdüştle dediği üzere, Evet, kirli bir ırmaktır insan. Kirli bir
ırmağı içine alması ve bozulmadan kalması için deniz olmalı kişi. Böyle Buyurdu Zerdüşt – Friedrich Nietzsche Cem Yayınevi, Ç: A. Turan
Oflazoğlu, Aralık 2000 (s. 29) İnsanlar için değeri kadar değil
ederi kadar insanın varlık manası. Bunu içinde sağduyuya dönüştürmek hayat
yolunda insana her daim nefes sağlayacaktır. Bu bir ön yargı ya da katılaşma
vesilesi olmaktan çok hayatı olumlamak ve iç huzuru sağlam tutmak bakımından
faydalı olacaktır, diye düşünüyoruz. Bu yolda Zerdüşt şöyle diyordu: İnsanlar arasında susuzluktan ölmek
istemeyen, bütün bardaklardan içmeyi öğrenmelidir; insanlar arasında temiz
kalmak isteyen, kirli suyla yıkanmayı dahi bilmelidir. (s. 172) Hülasa
insan kirli ırmaktan korunacak kadar büyük bir deniz ve kirli suyla yıkanmayı
bilecek kadar bilge olmak arafında bir hikâyenin yolcusudur. Tam da öyle…
Aslında hikâyenin sonunda varacağımız yer kendi içimizdeki huzur ve mana
olmayacak mıdır? Zerdüşt koştu, koştu da
başka kimseyi bulamadı, yalnız kaldı ve üst üste hep kendini buldu;
yalnızlığını kana kana içti, içti de tadını çıkardı ve saatlerce iyi şeyler
düşündü. (s. 323) Hayatın adaletine havale edilen her cami duvarı
kirleticisi hakkında kendimizi bulduran yoldaki katkısı ötesinde bir değer
atfetmeden yalnızlığın denizine girip o su da yıkanmak ve kendi başınalığın ve
kendiliğin tadını çıkarmanın ve en önemlisi kötülüğe dönüşmeden o kötülükle baş
etmenin yolunu bulmanın yolculuğundan insan kendinden kendine koşar durur.
İçimize doğru açılan her çiçek göğe doğru kök salmamızın bir zeminidir. Herkes
kendi olduğu yerden maslahatına yürürken değerinizin ederiniz olduğunu bir
hayat ilkesi sayıp oluşacak mucizelere de hasreti ve tahassürü kaybetmemek
dengede kalmayı sağlayabilir. Bu toplum beni anlamıyor kibri ya da bu hırsları
anlamıyorum ezikliği gereksizdir. Herkes içinde ne varsa onu sızdırır. Günün
sonunda kurban ve mağdur olanlar onlar olurken siz kendi enkazınızdan kendinizi
çıkmaya çalışırsınız. Ve iğrenç duyguların adı masum değerlerle paketlenirken
hayat mahut döngüsünde devam eder gider. Aynştayn ise nasıl bir kurgunun
nesnesi olduğundan habersiz kadehini hazza kaldırmaya devam eder.
Nietzsche, Zerdüşt’te Beni
anlamıyorlar: ben bu kulaklara göre ağız değilim. (s. 35), sözleriyle küçümseme derdinden çok zamanın
bigânelerini anlatır. Mevlana’nın herkes beni kendi baktığı yerden dinledi
dedirttiği gibi “ney”e samimiyetsizlik ve çıkarcılık utanmazlıkla birleşince
inayet olan insanların kurban ve mağdur oldukları o yeri nasıl kirlettiklerini
görüp şaşırmamak lazım. İnsanlar zaten sizinle değildiler ki sizden kopsunlar.
Hayatlarına devam etmek sandıkları rezaleti sürdürürken nasılsalar öylelerdir.
Onlara yakıştığı gibi işte Nietzsche Ve
işte bana bakıyorlar ve gülüyorlar: ve gülerken benden nefret ediyorlar.
Gülüşleri buz gibi. (s. 35)diyerek
o yapay eder odaklı çıkarcı utanmaz hale işaret etmişti. Lakin kızmıyoruz
elbette dedik ya deniz olmak, kirli su da bile yıkanmak lazım diye icabında.
İşte öyle bir yoldur hayat dediğimiz yürünen yerde. Olanda hayır vardır, demek
çok aktif bir sabır hali aslında. Tüm mağdur ve kurbanlara şöyle denilesi bir
hal geliyor Nietzsche ile akla: Dostun
biri sana kötülük ederse, şöyle de: “Bana ettiğini sana bağışlıyorum, ama
kendine ettiğini, — onu nasıl bağışlarım!” Böyle buyurur her büyük sevgi: o
bağışlamayı da, acımayı da alt eder. (s. 111)İnsan bunu kendine niye yapar o da onun ve cami duvarının
arasındaki bir meseledir artık. Hayatlarına kurdukları büyük tuzağı o esrik ve
kendilerince kurban afazisi içindeki beyinleri ile anlamak bir yana kendileri
ve kendilerinden sonrakiler için kurdukları uğursuz karmayı bile fark
edemeyecek kadar kendinden yoksun modernler. İşte son söz Zerdüşte gelsin o
halde: Ben ırmak kıyısında bir
parmaklığım: tutunabilen tutunsun bana! Fakat koltuk değneğiniz değilim ben. (s. 57) Haydi bakalım Aynştaynın dizinde
debelenmeye devam, karşıda cami duvarı insanların kirli ırmağını izlemeye devam
ediyor. Pantolonumum paçası hala kısa ama vicdanım ve haysiyetim hala
sapsağlam, diyebilen insan utanmaz çıkarcılıklara hayattaki en büyük cevabı
vermiştir. Kapak üstüne kapak ise hayatın işidir. Onu da anlayanlar bilir. Siz
yine de cami duvarına dikkat edin…
Hak İçin Olsun
Vesselam