Avrupa saraylarında bir Osmanlı casusu- Sicilyalı Mehmed Ağa (7)
On birinci Mektup
Anadolu’da bulunan Bedreddin Çelebi'ye (*)
Yaşın ve yaptığın uzun yolculuklar nedeniyle saygıdeğer olan
sana yazıyorum. Sen ki her zaman yalın ayak ve yalvararak, Azizlerin Azizine,
sevgili Peygamberimiz Muhammed'e olan saf bağlılığınla Arabistan'a,
Tataristan'a, İran'a ve Hindistan'a birçok kez ziyarete gittin.
Bu mektubu sana
gönderiyorum; beş yirmi büyük yaranın izlerini taşıyan sana; kutsal kapıda
dokuz elli kez dua etmiş, Mekke'nin en mahrem mabedinde kutsal sırlara ermiş,
yetmiş yıldan fazla bir süre dervişler arasında yaşamış, erdemin sayesinde
Anadolu'daki dergâhın postnişinliğine seçilmiş olan sana.
İyi biliyorsun ki, ben evrenin kaderini belirleyene ve dünyanın
hükümdarı sultanımıza hizmet ediyorum. Burada Hıristiyanların ağzından neler
duyduğumu öğrenin ve onlara yeterince cevap vermediysem beni bağışlayın; ama
kutsal kanunumuzu ve onu bize vereni görünüşte lanetlediğim için beni ölümü hak
etmekle suçlamayın ve onun Halefleri Ali, Osman ve Ömer'i reddediyor gibi
göründüysem, çok fazla İyilik yapma fırsatını kaybetmemek için biraz kötülük
yapmam uygun olurdu.
Sen de biliyorsun ki, benim kaderimde hizmet etmek var ve
söyleyeceğim bütün yalancı şahitliklerden aklandığım için, yalana izin
verilerek yasayı çiğneyebilirdim. Bu kadarı kâfi: yazdığım mektubu okuyun ve
dinimize düşman olan bu kişilerin kötülüklerinin ne kadar ileri gittiğini
öğrenin.
Başıma gelenler konusunda sizi daha iyi bilgilendirmek için,
bu kâfirler arasında İsa'nın cemaati olarak adlandırılan ve çok revaçta olan
bir dini tarikat olduğunu söylemeliyim. Burada, bazıları dini ve dünyevi her
türlü bilimde diğerlerinden daha yetenekli olan ve görünüşe göre,
davranışlarının kutsallığı nedeniyle çok tavsiye edilmesi gereken, sonsuz bir
insan topluluğu vardır.
Normalde Cizvit olarak adlandırılan bu dindarlar, Hint
Adaları'nda olduğu gibi Avrupa'nın neredeyse tüm şehirlerinde gençleri
eğitirler ve kurdukları okullarda pek çok mükemmel zekâ yetiştirilir. Vaaz
verdiklerinde halk onların vaazlarına akın eder. Hıristiyan âleminin hemen
hemen bütün prens ve hükümdarlarının itirafçılarıdırlar; onlara zayıflıklarını,
günahlarını ve eğilimli oldukları kötülükleri açıklarlar ve onlardan, dizleri
üzerinde, köleler gibi, kendilerine uygun gördükleri kefareti alırlar.
Onlar hakkında şöyle denebilir: " Onlar kefaretleri
dağıtanlar olarak, aynı zamanda pişmanlıkların da efendileridirler. Topuklarına
kadar inen siyah yünden uzun bir yelek giyerler. Çıplak ayakla dolaşmazlar ama
giysileri sadedir. Tüm eylemlerinde büyük bir alçakgönüllülük sergilerler;
ağırbaşlılıkla yürürler, asla yalnız gitmezler ve sakallarının uzamasına izin
vermezler. Kendilerini iyileri eğitmeye ve kötüleri düzeltmeye adarlar.
Bu tarikatın kurucusu Ignatius adında bir askerdi.
İspanyollar onun kendi uluslarından olduğunu söylerler; Fransızlar ise onun
Navarre'nın Fransa Krallığı'na bağlı olan kısmından olduğunu iddia ederler.
Eğer doğruyu söylememi istiyorsanız, bu kurucunun iyi bir adam olduğunu düşünüyorum,
çünkü bütün öğrencileri iyi örnek, davranışlarında büyük bir alçakgönüllülük ve
tüm girişimlerinde çok sağduyulu insanlardır.
Bu İgnatius yedi yaşından otuzuna kadar dilbilgisi çalışmaya
başladı, bu da onun bir âlim olmaktan çok bir aziz olmak için çaba gösterdiğine
inanılmasını sağlar. Düşmanları onun öğrencilerine kilisenin politikacıları
derler; ben ise tam tersine onlara Esav'ın develeri diyorum; çünkü onlar
dinlerinin yükünü taşırken diğerlerinden daha fazla yüklenirler ve yüklerinin
altında ezilirler. Onlarda garip görünen bir şey var ki, o da kendilerini diğer
Hıristiyanlardan ayırmak gibi bir amaçları varmış gibi, kendilerini İsa
Cemiyeti'nin dindarları olarak adlandırmalarıdır ve onlara özgü olan bu
unvanın, sadece diğer tüm dinler için değil, Nasıralıların tüm takipçileri için
de geçerli olması gerekir.
Eğer onlar pirleri Igna∣tius'un emirlerini izliyorlarsa,
yaşam tarzlarını onaylaman gerekir. O, kendi tarikatını benimseyenlere itaatten
başka bir şey öğretmemiştir. Bu cemiyete girenlerin kendilerini üstlerinin
takdirine bırakmalarını buyurur: Ve Papa onlara küreksiz, yelkensiz ve dümensiz
bir gemiyle denizden geçmelerini emrederse, itaat edeceklerini ve geçmeleri
gerektiğini söylerler. Bazıları da "Böyle körü körüne itaat etmek aptallıktır"
diye onları suçladılar: Onlar da "Bilgelik buyruklarda aranmalı, ama
itaatte aranmamalı" diye yanıt verdiler. Bu cümle üzerinde yeniden
düşünün, ki bu bizim kanunlarımıza da uygundur.
Bu Tarikatın Gücü ve Büyüklüğü hakkında size bilgi vermek
için, bu Askerin onu yönettiği on altı yıl boyunca İtalya'da, Almanya'da,
Fransa'da ve İspanya'da yüz tane okul gördüğünü söylemek yeterlidir ve Borgia
tarafından kurulan Roma'daki okul, söylenebileceği gibi, geri kalanların
hepsinin atası olmuştur. Evlerinin ve öğrencilerinin sayısına bakarak karar
verin.
Bir gün bu topluluktan şark dillerini bilen ve benimle
konuşurken bir Müslümanla söyleştiğini bilmeyen biriyle karşılaştım ve onun
Muhammed'e, Kur’an’a ve tüm gerçek müminlere karşı incitici ve korkunç küfürler
kustuğunu duydum. Söylediği her şeyi sana yazmaktan o kadar çok korkuyorum ki,
bunlardan sadece birkaçını sana söyleyeceğim ve daha çok, düşmanlarımızın
hatalarını bilerek seni şaşırtmak için ve ayrıca, takip ettikleri şeriatın
birçok emrinde gözlemlenen pek makul olmayan bazı şeylerden etkilenmemen için.
Bunu sanki ben söylememişim gibi söyleyin, çünkü kalbimin sırlarını açıkça
göğsünüze döküyorum, hiçbir şekilde şüphe yok, ama ölümüme neden olabilecek
şeylerde sessiz kalmayı biliyorsunuz. Bu Cizvit, Müslümanların, şarap içmeyi
yasaklayan ve gözlenmediğini düşündüğü zaman kendisi de aşırıya kaçan bir
ayyaşın emirlerine uymakla akıllıca davranmadıklarını iddia eder. O, ayrıca,
sarhoşlara itibar etmenin aptallık olduğunu savunur.Cenneti güzel kadınlardan
oluşan, insanın kendini her türlü zevke ve sefahate bırakabileceği bir yer
haline getiren böyle bir adam, kendisinin ve bütün takipçilerinin suçlarının
cezasını çekecekleri bir cehennem öngörmemiştir. Ayrıca şunu da ekler: Akılla
desteklenemeyeceği halde, Yasasının Kılıçla korunmasını emreden bir kâfire
tapmak için çok aptal olmak gerekir.
Peder bununla da kalmadı; dedi ki, Kur'an'ın rüyalarla,
hayvanlıklarla, küfürlerle ve pisliklerle dolu olduğunu gören müftüler,
doktorlar ve din yorumcuları, dininin emirlerini yerine getirmek için şiddet,
hırsızlık ve en düzensiz iştahları tatmin edebilecek her şeyi yapan bir
büyücüyü mahkûm etmemek için büyük bir körlük içinde olmalılar. Muhammed gibi
bir kölenin topuğuna tapınmak, onun rivayetine göre Yakub'un babasının onun hamalı
olduğuna inanmak, onun devesini öldürmek ve onu cennete koymak ne büyük bir
savurganlıktır, diye ısrar etti. Ayrıca, Türklerin ruhları pislikle
kirlenmişken, bedenlerini yıkamalarını emretmek kadar saçma bir şey olmadığını
da ekler; onlara aynı zamanda emirle sadaka vermek ve bağlılıkla soygun yapmayı
emretmek. Ayrıca, Muhammed'in tek gerçek Peygamber, Allah'ın hoşnut olduğu tek
kişi olduğuna inanmak ve ardından yüz yirmi dört bin Peygamber üzerine yemin
etmek de ona aptalca geliyor. Hâlâ bu tür söylemlerle beni eğlendiriyor.
Ey büyük derviş ama
bütün bunlar hiçbir şey değil; o yine de şu lanetli şeyi dile getiriyor:
Yaşayan en sefil ve en iğrenç kişiler Yahuda, Muhammed ve Luther'di; bu son
ikisi, en dinsiz oldukları için, cehennemde daha çok azap çekeceklerdi.
Yahuda'nın daha az acı çektiğini, çünkü Rabbine ihanet ettiğinde, tüm
insanlığın kurtuluşunun araçlarından biri olduğunu; oysa diğerlerinin
kendilerini lanetlerken, sonsuz sayıda başka insanı da lanetlediklerini
söyledi. Bu Cizvit, odasında bulunduğumuz kardinal Richlieu, krala gitmek için
dolabından çıkmasaydı, küfürlerine devam edecekti.
Bütün bu süre boyunca sustum, çünkü bana bir an bile konuşma
fırsatı vermedi. Sonunda, ayrılırken bana, onun düşüncelerinde olup olmadığımı
sordu; ben de aynen şöyle cevap verdim: Babacığım, eğer iyi bir adamsan,
söylediklerini onaylıyorum, çünkü gerçek bir gayretle konuşuyorsun; ama eğer
bir ikiyüzlü isen, her şeyi onaylamıyorum, çünkü Muhammed ve bütün
Müslümanlarla birlikte lanetleneceksin.
Cizvit gülümsedi, yanıtımda saklı olan zehri anlamamıştı.
Ona dedim ki bir insanın, hangi dinden olursa olsun, iyi bir insan olması
koşuluyla, ölümünden sonra mutlu olabileceğine inanmıyor musun? Bu konudaki
görüşünüzü bana söylemenizi rica ediyorum; bu karar verilmesi gereken çok
önemli bir konu.
Bu konuda size söylemek istediklerim bunlardı; ama bu
konuşmayı şiddetli bir vicdan muhasebesi yapmadan bitiremeyeceğim. Yüce Allah'a
benim için dua edin ki, Peygamber Efendimizin vaat ettiği o adam, yani kendi
ırkından doğması gereken o adam (Mehdi) yeryüzüne gelinceye, bütün kralların
onun huzurunda alçaldığını görünceye ve İsa peygamber ile birlikte iki dini
birleştirip tek bir din haline getirinceye kadar anlayışımı içten gelen
nurlarla aydınlatsın.
Bu arada, ruhu zehirleyen veba gibi günahtan korkan dürüst
insanlar olarak yaşayalım ve içimizde ne kadar varsa, kendimizi gerçekten iyi
olan şeylere verelim ve her şeyden önce, onların Kutsal Kitaplarında yazılı
olan, ama her zaman kalplerine kazınmayan şu ilkeye dikkatle uyalım: Kendine
yapılmasını istemediğin bir şeyi asla başkalarına, düşmanlarına yapma. Bir
Guise Dükü tüm Fransa'ya bunun bir örneğini verdi ve Müslümanların geniş
imparatorluğunda da vaaz etmeniz gereken şey budur. Bu Prens, kendisini
öldürmek isteyen bir alçağı şaşırttı. Dininin (Calvin'in Dini) çıkarlarının,
kendisini ve yandaşlarını böylesine büyük bir düşmandan kurtarmak için onu alıp
götürmeyi tasarlamaya ittiğini itiraf etti. Dük, böylesine kara bir girişimden
dolayı ona acı çektirmek yerine, onu affetti ve ona şöyle demekle yetindi:
Dostum, eğer senin dinin beni dinlemeden öldürmeni gerektiriyorsa, benim dinim
de sana hayatını ve özgürlüğünü vermemi gerektiriyor, şimdi seni dinledim:
Yoluna git ve kendini düzelt. Bu prens o zamanlar IX. Charles'ın ordusunun generaliydi.
Aziz Bedreddin Efendi, onlara gore bizim Muhammed'imiz asla
böyle cömert duygular göstermemiştir. Onlara göre kendisini hiç gücendirmemiş
olan Hıristiyanlara karşı şu buyruğu uygulatmıştır, "Kafirlerle
karşılaştığınız zaman onları öldürün, başlarını kesin, onları hapsedin ve
fidyelerini ödeyinceye ya da onları serbest bırakıncaya kadar zincire vurun.
Hepsi boyun eğene ya da tamamen devrilene kadar onlara zulmedin.
Bu mektupta işinize
yarayabilecek şeylere dikkat edin. Dostluğumu ve samimi yazım tarzımı
bağışlayın ve bir Hıristiyan görünümünde olan ama özünde sadık bir Müslüman
olan Mehmed'i dualarınızda anın. Eğer bana yardım etme gücün varsa, bana asla
haksızlık etme. Allah yüce çağınızı son ana kadar korusun ve yönetsin.
Paris, 1638 yılı. 2. ayin 28’i
(*) Bedreddin Çelebi'nin hangi Mevlevihane'nin postnişini
olduğu şu an için tespit edilemedi. Mehmed Ağa bu mektubu yazdığı tarihte
Anadolu Beylerbeyliği merkezi olan Kütahya'da ve eyalet dahilinde birkaç
Mevlevihane bulunmaktaydı.