07 Ocak 2025

​Anlayamıyorum o halde neyim

 

 

 

Anlamak nesnemiz olan şeyin esasıyla senkronize olmaktır. Ahenk insanın evrendeki en büyük ilkelerinden biridir. İnsan iki akıldan müteşekkildir: Akıl gözü ile bakar kalp gözü ile görür. Bu ifadeden maksat hemen manevî çıkarımlar olmamalıdır. İnsanın kendözünü tanıması bakımından bu hâli bilmesi gerekir diye zannediyoruz. Hissetmek ve duygu taşımak insanın iki melekesidir. İnsan bir bardağı hisleriyle bilir, duygularıyla anlar. İşte burada bilmekle anlamak arasındaki mesafe kapanır. İnsanın değer edinmesi de bu yolla gerçekleşir. İnsanın beyni akılla; kalbi, gönülle ilgili iki düşünme melekesine işaret eder. En seküler yerden bir sanat eserine baktığımızdan anlama ve anlamın bu iki düşünce sisteminin çalışmasıyla oluştuğunu görürüz. Bütün medeniyetçi mütefekkirler insanı bu bütünlük için tasavvur ederek anlamak ve anlamı ortaya koydular.

 

İnsan anlarken ve anlam verirken bu sebeple kendözünden âleme yayılmalıdır. Zübde-i alem olmak sırrı kendisinde ise insan kendi sırrını kendi içinde çözmelidir. Oradan çevreye yayıldıkça “ben” olan ve “biz” olan müşterekler ve insanlararasılıklar ortaya çıktıkça hayat mana ve anlama odağından kendi kanatlarında uçulan ama birlikte yaşanan bir alana dönüşmez mi?  Merhum Nurettin Topçu “İç gözlem, bizim en büyük mürşidimizdir, gerçek kurtarıcımızdır. İçimize dönmek, her ibadetin ve her selametin başlangıcıdır. İç gözlemden uzaklaşmak bizi etle tene bağladı ve teni muhafaza için ona bağlı bütün ihtiraslara kuvvetle fırsat bağışladı. Artık ruhun bize verecek hesabı kalmadı. Mesuliyet iradesi ortadan kalktı.” (Topçu, İslâm ve İnsan Mevlânâ ve Tasavvuf, s. 38.251/ Topçu, Kültür ve Medeniyet, s. 120.), derken aklın seküler ve pozitivist bir yorumla kiliseye, belki de haklı olarak, açtığı savaşla insanlığın tamamının bilgelik kaynaklarının öte yandan kurumasına yol açtı. Lakin insan aklı ve gönlünü kullanmayı unutalı çok oldu. Kuru retorik karın doyurmaz ancak sürü gütmeye yarar. Seciyeli sözler, efsunlu aforizmalar insanın kendözüyle arasındaki mesafeyi öyle açar ki bir sürü kuru gürültü arasında insan okyanuslardan bahsedilirken çöllerde susuz kalıverir. Gözlem, modern zamanın en değerli buluşlarından belki de bilgelik tarihi boyunca bilinen insan tarihinde hep olan bir durum. Lakin gözlem mefhumu tek akla inince onun da nasıl kullanılacağı yine bir bakış açısına hapsolunca en maneviyatçı kafalar bile hakikati en kuru yerinden ısırmaya başladılar. Olan ne mi şu anki durumlar. Bu bakımdan mesuliyet meselesi öncelikle kendi iç gözlemimizle içimizde yapacağımız gözlem olmalı. Böylece anlam ve anlamlandırma meselesinde nakil anaforlarından çıkıp tahkik üzerinden riyakâr bir “mış gibilik” meselesinden kurtulup bilgelik ve kaynakları ile senkronize olmak imkânı önümüzde açılabilecektir.

 

Gözlemin gelişmesi modern zamanların eleştirel bakış denilen meselesini de gündeme getirdi. İnsan tenkit ile gerçeğini kovalayan bir varlık. Tenkit bizim vulgarize anladığımız gibi birine kaş çatıp oflayıp poflamak değil düşünme meselesi olarak bir şeyin gerçeği ve onun etrafını saran yanlışları ayıklamak, temyiz edebilmek, tefrik kabiliyetine erişme meselesidir. Üniversiteler bunun için var olmalıdır. Bu bakımdan bir şeyi eleştirmek öncelikle hata aramak mefhumunda değil doğruyu bulmak gayretli düşünmek olarak ele alınmalıdır. Medeniyetçi bir kafa bu saikle gözlem yapar ve tenkit eder. Merhum Topçu bu konuda “Tenkidi öğretmeyen, bugünkü adıyla Milli Eğitim genç dimağlara bilgi hamallığı yaptırmaktan ileri gitmiyor. Şüphe yok ki tenkit, hakaret veya küçük düşürme gayreti değildir; fikirleri eleme, değerlendirme ve onları hakikatin güneşinde yıkama yetisidir. Bir fikri tenkit etmek, onu tahkir veya reddetmek demek değildir; bilakis onu tamamlamaktır. Tenkit herkes için hak, alimler içinde bir vazifedir.” (Topçu, İslâm ve İnsan Mevlânâ ve Tasavvuf, s.253-444), tespitiyle kendisinin muhipler cemaati olan bir zamanda bu anlattıkları ile günümüz Türklerine bir şey söylüyor mu? Düşünce iki imkânı ile akıl ve gönül üzerinden var olanın bütününü idrak ederken gözlem ve eleştiri geleneği bizde nerede duruyor? İnsanımız ve insanlık için bu yoldaki teknolojik! durumumuz nedir? Hayatın tenakuzlarla dolu Batı felsefesi çerçeveli bugünkü yapısında insanlar tek gerçek varmış gibi inanmaya mecbur edildikleri için kainatı kavramada kadük bir akılla milletlerarası yarışa girdiğimiz iddiasında hep yolda kalıyoruz. İnsanın temel üç kavramı bu düşünce imkânlarıyla oluşuyorsa doğru, akılla; iyi, gönülle ve güzel, aklın ve gönlün birleştiği yerden görünüyorsa insana bütüncül bir düşünme eylemi gerçekleşiyor olmalı. İşte gözlem, deney, eleştiri gibi meselelerin insanın olması gereken neyse onu yapması için düşünce imkânlarının doğru yöntem, ilke ve pratiklerle hayatta bir olağan hâl oluşturması gerekir. İnsanların bütünü filozof, üstad olamazlar. Gerekmez de. Lakin değerlerin insanda oluşturması beklenen hâsıla hayatın o anından medeniyetin kıvamını da belirler. İşte yitik, aradığımız medeniyetçi bir bakışla sanki o müşterek normalin ne olduğu, nasıl olacağı, hangi yolla geleceği meselesi gibi görünüyor. Mazi güzelleşmesi yapıp, değerler üzerine okyanuslarca laf edip anda ise taşeronluktan öte gidemeyen toplumlar da medeniyet çiçeği ne yazık ki kendisini göstermiyor. Tarihe biraz doğru bakan bunu görecektir. Bu bakımdan Orta Öğretim ve Üniversitelerde bu bakış açısıyla bir Medeniyet Tarihi müfredatı oluşturulmalı ama bu dersten geçmek için not almak değil sosyal projeler, sorumluluk eylemleri, doğru, iyi ve güzeli çoğaltma yolunda yapılan somut faaliyetler başarı için miyar sayılmalıdır. Davranış ancak senkronize olunanın tekrarına dönüşen bilinç olursa manasına vasıl olur.

 

Hak İçin Olsun

Vesselam