Anayasayı Düşünmek Yahut Ne Olmak İstiyoruz?
Modernitenin
“evrensellik” olarak kavramlaştırdığı ve küreye kendi uygarlığının büyük
başarıları olarak sunduğu olgular mecmuası ve buna bağlı durumunun,
kültürümüzdeki karşılığının, kişilik
yahut insanlık olduğunu fark etmedikçe kendilik kavrayışımızda
aksaklıklar devam edeceğe benziyor. Evrenseli yeni keşfettiğini sanarak
kendiliğini hatırlamamak ya da kendiliğinin içine gömülüp beşeriyetin müşterek
değerlerinden mahrum kalmak savrulması son zamanların en fahiş kayması gibidir.
Kendilik düşüncemizi şahsi seviyeden cemiyet düzeyine taşıdığımızda burada bazı
sosyo-politik kurum ve kavramlarla karşılarız. “Kendiliğimiz ve “evrensel”
bağlamındaki düşüncemizi somutlaştırmak ve açık-seçikleştirmek adına devlet kavramına
taşıyabiliriz. Devlet, insanlığın en genel geçer, belki de “evrensel”
tezahürlerinden biridir. Bir toplumun düzen ve bütünlük içinde somutlaşmasıdır.
Siyasi organizasyon ile kendi kültürü içerisinde bu umumi kavramı
şekillendirmesi olgunun tarih içerisinde aşikâr olmasıdır. Belki de “medeni”
bir toplumun en önemli uygarlık tezahürlerinden birisidir. Burada bir kere daha
Bursa’da Çelebi Mehmed’in türbesi kapısında buluruz kendimizi. Çelebi Mehmed’in
Bursa Yeşil Türbe’deki sandukası üzerinde: “nâsıru’l-ibâd
ve âmiru’l-bilâd ve dâfiu’z-zulûmât ve’l-fesâd” yazılıdır. Bu ibare halka yardım eden (mefkûre), beldeleri imar
eden (umran) ve zulum ve yolsuzluğu kovan (şahsiyet) manasına
gelir. Gelenekteki kalb-i selim,
yani Çelebi Mehmed’in kabrindeki ifadeyle nasıru’l-ibad (Allahın kullarına yardımcı olmak) olmak, akl-ı selim yani şahsiyet ile dafi’u’z-zulumat ve’l-fesad (zulüm
ve yolsuzluğu kovmak) olmak ve nihayet zevk-i
selim yani âmiru’l-bilad yani
umrancı (şehir kurmak ve ona dair siyasi, sosyal, ekonomik her şey) olmak ve
buna dairleri teklif etmek kapsayıcı bir vizyon ve misyonu sağlayabilir. İşte
devlet ve yasa esasen bu genel geçer meseleler için yok mudur?
Kutadgu Bilig’de Dünyayı
tutan insan akıllı olmalıdır; halkın başında bulunan kimse de cesur olmalıdır.
Bu ikisinden sonra, hizmetkârların da töre ve usule vakıf olmaları lazımdır.
Beyler kudretlerini bunlar ile yükseltirle, denmektedir. Burada devleti düşünürken yasa ve kanun
meselesi adalet ilkesinin tezahürü yahut sıfatları olarak dikkatle ele alınması
gereken meselelerdir. Bu zaviyeden kanun konusunun bir toplumu dizayn etme,
inşa etme yahut manuple etme şeklinde son asırlarda cihanın farklı yerlerinde
görüldüğü üzere, bir meşrulaştırma vesilesi olarak görülmesi Türk devlet
gelenek, töre ve usulüne uygun görünmemektedir. Kutadgu Bilig burada mihenk
eser olarak; Adem’in dünyaya indiğinden
beri iyi nizam daima anlayışlı insanlar tarafından vaz'edile gelmiştir. Hangi
çağda olursa-olsun, bugüne kadar daha yüksek yer daima bilgiliye kısmet
olmuştur.”, diyerek konuyu aydınlatmaktadır. İbn Haldun’da devlet
kurulurken toplumun düzen adına bir kanunu koyucuyu yönetici olarak seçtiğini
ifade etmiştir. Görüleceği üzere kanun bir dizayn değil düzen kavramıdır. Yusuf
Has Hacib Adem’in dünyaya indiğinden beri
iyi nizam daima anlayışlı insanlar tarafından vaz'edile gelmiştir. Hangi çağda
olursa-olsun, bugüne kadar daha yüksek yer daima bilgiliye kısmet olmuştur,
diyerek meseleyi zaman-üstü bir boyuta taşımıştır. Yasa hazırlamanın teknik
kısmı, hukukçuların deruni usulleri bu çerçeve içinde bir yere oturduğunda
oluşan çerçeve beklenen sonucu hâsıl edebilecek görünmektedir. Hukukçularımız o
büyük harfli sözlerden önce büyük esaslar ortaya koymalıdırlar.
Bu çerçevede oluşacak bir metnin
şüphesiz birkaç meseleyi de içermesinin tarihi bir bakışla gelecek adına
faydalı olacağını düşünüyoruz. Öncelikle oluşacak bir metin ortak iyiliği ve genel iradeyi kapsayan ve yansıtan bir nitelikte olmalıdır. Aslında
bir yasa niyet selameti ve amel selameti olarak gelenekte açıklanan ahlaki
temel üzerinde şekillenmelidir. Öyle olması hayal edilir en azından. Bu
bakımdan bir metnin kaç sayfa, kaç madde olacağından önce özünde esasın neliği
önemlidir. Hangi irade bu cesede can vermiştir buna bakılmalıdır. Bu bakımdan
yukarıdaki devlet anlayışı ve kanun felsefesi bağlamında yapılacak anayasaların
her daim ortak iyiliği öncelemesi ve bunu amasız fakatsız yapması gerekir.
Esasen tarihteki tezahür hep ‘nasılsanız öyle yönetilirsiniz’ hikmetine
aktığına göre buradaki zuhurat da o toplumun neliği ve niteliğini düşünmek
bakımından manidar bir arka plan metni olur diye düşünmekteyiz. Bu bakımdan bu
yolda diğer bir yaklaşım müşterek fayda ilkesi
üzerinden hareket eden bir mantığın bu yasanın ruhunda dolaşması gereğidir.
Konu adalet ve düzen ise insanların kendi tarlasına su akıtmak yahut tarlayı
yağmur yağan yere çekmek gibi ahlak kaymaları yaşayacağını unutmadan konuya
yaklaşmak yerinde olmaz mı? Nihayetinde bir millet için birlik ve beraberlik
belgesi olan bu belgeler ortak iyiliği çoğaltmaya ve müşterek faydayı sağlamaya
hizmet etmelidir. Hak ve güç kavramları üzerinden yürütülen retoriklere burada
girmek istemiyoruz. Lakin nihayetinde Kutadgu Bilig’de dendiği üzere Adalete istinat eden kanun - bu göğün
direğidir; kanun bozulursa, gök yerinde duramaz. Bu kanun koyan beyler hayatta
bulunmasalardı, Tanrı yedi kat yerin nizamını bozmuş olurdu. Adalete
istinat eden kanun ne demektir? İşte kendimize, kendözümüze ve anayasa
bilinçaltımıza buradan bakmak önemlidir. Olmasa ne mi olur onu da Yusuf atam
söylesin de bitirelim: Nizam ve
kanunların hepsi değişti; ak ve kara birbirinden farksız oldu. Kendi
kişiliğimiz yahut insanlığımız zaviyesinden cihana söylenecek sözler kendimizi
ve kültürümüzü insanlığa yeniden medeniyetçi milliyetçi bir nazarla birlik ve
edep bahsinden konuşmaya imkan sağlayacaktır. Akıbet hayrolsun.
Hak İçin Olsun
Vesselam