10 Mart 2025

​Anayasayı Düşünmek Yahut Ne Olmak İstiyoruz?

Modernitenin “evrensellik” olarak kavramlaştırdığı ve küreye kendi uygarlığının büyük başarıları olarak sunduğu olgular mecmuası ve buna bağlı durumunun, kültürümüzdeki karşılığının, kişilik yahut insanlık olduğunu fark etmedikçe kendilik kavrayışımızda aksaklıklar devam edeceğe benziyor. Evrenseli yeni keşfettiğini sanarak kendiliğini hatırlamamak ya da kendiliğinin içine gömülüp beşeriyetin müşterek değerlerinden mahrum kalmak savrulması son zamanların en fahiş kayması gibidir. Kendilik düşüncemizi şahsi seviyeden cemiyet düzeyine taşıdığımızda burada bazı sosyo-politik kurum ve kavramlarla karşılarız. “Kendiliğimiz ve “evrensel” bağlamındaki düşüncemizi somutlaştırmak ve açık-seçikleştirmek adına devlet kavramına taşıyabiliriz. Devlet, insanlığın en genel geçer, belki de “evrensel” tezahürlerinden biridir. Bir toplumun düzen ve bütünlük içinde somutlaşmasıdır. Siyasi organizasyon ile kendi kültürü içerisinde bu umumi kavramı şekillendirmesi olgunun tarih içerisinde aşikâr olmasıdır. Belki de “medeni” bir toplumun en önemli uygarlık tezahürlerinden birisidir. Burada bir kere daha Bursa’da Çelebi Mehmed’in türbesi kapısında buluruz kendimizi. Çelebi Mehmed’in Bursa Yeşil Türbe’deki sandukası üzerinde: “nâsıru’l-ibâd ve âmiru’l-bilâd ve dâfiu’z-zulûmât ve’l-fesâd” yazılıdır. Bu ibare halka yardım eden (mefkûre), beldeleri imar eden (umran) ve zulum ve yolsuzluğu kovan (şahsiyet) manasına gelir. Gelenekteki kalb-i selim, yani Çelebi Mehmed’in kabrindeki ifadeyle nasıru’l-ibad (Allahın kullarına yardımcı olmak) olmak, akl-ı selim yani şahsiyet ile dafi’u’z-zulumat ve’l-fesad (zulüm ve yolsuzluğu kovmak) olmak ve nihayet zevk-i selim yani âmiru’l-bilad yani umrancı (şehir kurmak ve ona dair siyasi, sosyal, ekonomik her şey) olmak ve buna dairleri teklif etmek kapsayıcı bir vizyon ve misyonu sağlayabilir. İşte devlet ve yasa esasen bu genel geçer meseleler için yok mudur?

Kutadgu Bilig’de Dünyayı tutan insan akıllı olmalıdır; halkın başında bulunan kimse de cesur olmalıdır. Bu ikisinden sonra, hizmetkârların da töre ve usule vakıf olmaları lazımdır. Beyler kudretlerini bunlar ile yükseltirle, denmektedir. Burada devleti düşünürken yasa ve kanun meselesi adalet ilkesinin tezahürü yahut sıfatları olarak dikkatle ele alınması gereken meselelerdir. Bu zaviyeden kanun konusunun bir toplumu dizayn etme, inşa etme yahut manuple etme şeklinde son asırlarda cihanın farklı yerlerinde görüldüğü üzere, bir meşrulaştırma vesilesi olarak görülmesi Türk devlet gelenek, töre ve usulüne uygun görünmemektedir. Kutadgu Bilig burada mihenk eser olarak; Adem’in dünyaya indiğinden beri iyi nizam daima anlayışlı insanlar tarafından vaz'edile gelmiştir. Hangi çağda olursa-olsun, bugüne kadar daha yüksek yer daima bilgiliye kısmet olmuştur.”, diyerek konuyu aydınlatmaktadır. İbn Haldun’da devlet kurulurken toplumun düzen adına bir kanunu koyucuyu yönetici olarak seçtiğini ifade etmiştir. Görüleceği üzere kanun bir dizayn değil düzen kavramıdır. Yusuf Has Hacib Adem’in dünyaya indiğinden beri iyi nizam daima anlayışlı insanlar tarafından vaz'edile gelmiştir. Hangi çağda olursa-olsun, bugüne kadar daha yüksek yer daima bilgiliye kısmet olmuştur, diyerek meseleyi zaman-üstü bir boyuta taşımıştır. Yasa hazırlamanın teknik kısmı, hukukçuların deruni usulleri bu çerçeve içinde bir yere oturduğunda oluşan çerçeve beklenen sonucu hâsıl edebilecek görünmektedir. Hukukçularımız o büyük harfli sözlerden önce büyük esaslar ortaya koymalıdırlar.

Bu çerçevede oluşacak bir metnin şüphesiz birkaç meseleyi de içermesinin tarihi bir bakışla gelecek adına faydalı olacağını düşünüyoruz. Öncelikle oluşacak bir metin ortak iyiliği ve genel iradeyi kapsayan ve yansıtan bir nitelikte olmalıdır. Aslında bir yasa niyet selameti ve amel selameti olarak gelenekte açıklanan ahlaki temel üzerinde şekillenmelidir. Öyle olması hayal edilir en azından. Bu bakımdan bir metnin kaç sayfa, kaç madde olacağından önce özünde esasın neliği önemlidir. Hangi irade bu cesede can vermiştir buna bakılmalıdır. Bu bakımdan yukarıdaki devlet anlayışı ve kanun felsefesi bağlamında yapılacak anayasaların her daim ortak iyiliği öncelemesi ve bunu amasız fakatsız yapması gerekir. Esasen tarihteki tezahür hep ‘nasılsanız öyle yönetilirsiniz’ hikmetine aktığına göre buradaki zuhurat da o toplumun neliği ve niteliğini düşünmek bakımından manidar bir arka plan metni olur diye düşünmekteyiz. Bu bakımdan bu yolda diğer bir yaklaşım müşterek fayda ilkesi üzerinden hareket eden bir mantığın bu yasanın ruhunda dolaşması gereğidir. Konu adalet ve düzen ise insanların kendi tarlasına su akıtmak yahut tarlayı yağmur yağan yere çekmek gibi ahlak kaymaları yaşayacağını unutmadan konuya yaklaşmak yerinde olmaz mı? Nihayetinde bir millet için birlik ve beraberlik belgesi olan bu belgeler ortak iyiliği çoğaltmaya ve müşterek faydayı sağlamaya hizmet etmelidir. Hak ve güç kavramları üzerinden yürütülen retoriklere burada girmek istemiyoruz. Lakin nihayetinde Kutadgu Bilig’de dendiği üzere Adalete istinat eden kanun - bu göğün direğidir; kanun bozulursa, gök yerinde duramaz. Bu kanun koyan beyler hayatta bulunmasalardı, Tanrı yedi kat yerin nizamını bozmuş olurdu. Adalete istinat eden kanun ne demektir? İşte kendimize, kendözümüze ve anayasa bilinçaltımıza buradan bakmak önemlidir. Olmasa ne mi olur onu da Yusuf atam söylesin de bitirelim: Nizam ve kanunların hepsi değişti; ak ve kara birbirinden farksız oldu. Kendi kişiliğimiz yahut insanlığımız zaviyesinden cihana söylenecek sözler kendimizi ve kültürümüzü insanlığa yeniden medeniyetçi milliyetçi bir nazarla birlik ve edep bahsinden konuşmaya imkan sağlayacaktır. Akıbet hayrolsun.

Hak İçin Olsun

Vesselam