Kot işçisi ölüyor, farkında mısın?
Slikozis'le gelen tehlike!
Sen ‘granit taş/kum tozu/kedi
kumu´ dersin, o ‘selika´
der.
Altın kadar değerlidir.
‘Bir
gramı boşa gitmesin´ diye kapılar pencereler sıkı sıkı kapatılır.
Olur ya, zerrecikler havaya karışırsa
bir daha dönmez. Sermayeyi kediye vermemeli tabi ki(!)
Slikozis´e yakalanan emekçi,
artık iflah olmaz bir yola girmiştir. Ciğerleri kömür karasına dönmüş, kalbi
iflas etmiş, yaşayan ölüye benzemiştir.
Vaktiyle Kuş gribi, Deli Dana,
Kırım Kongo Kanamalı Kene hastalıkları bilinmezdi.
‘Köyümüze
kıran düştü? derlerdi.
Adı konulmamış, teşhisi
yapılmamış hastalıktan insanlar toprağa girer;
Hele buna bir de nazar/bela/pis
nefes zannıyla, otantik/fantastik/metafizik bir boyut eklendi mi, işin içinden
çıkılmaz hale gelirdi.
Slikozis, iki bin beş´te tespit
edildi.
Ama ne var ki, elli yıldır yüz
binlerce kot emekçisi, ‘Sen taşlanmış,
beyazlanmış, aklanmış paklanmış, eskitilmiş kot giy´ diye
Ya canından oluyor; yirmi iki,
yirmi üç yaşlarında hayata veda ediyor ya da genç yaşta hayattan elini eteğini
çekiyor.
Sadece Bingöl´ün Karlıova
ilçesinin Taşlıçay köyünde üç yüz genç, bu hastalığa yakalandı, çoğu öldü.
Kalanlarsa veremle mücadele ediyor, diyalize bağlı yaşıyor, yataktan çıkamıyor.
Hayat onlar için çoktan bitti. Ne
neşe kaldı, ne heyecan, ne de aile huzuru!
Duvardaki siyah beyaz resimden
başka, geçmişi hatırlatan bir şey yok artık.
…………
Koruculuk, hayvancılığa sekte
vurunca çaresiz kalan gençler, bilmedikleri bir memlekette, bekar evlerinde
kalıyor, sigortasız çalışmak zorunda bırakılıyorlardı.
‘İşine
gelirse!
Kapının
önünde üç kuruş için bekleyen binler var. İstersen yevmiyeni vereyim, sırtına
pul yapıştırıp göndereyim memleketine!’ namertçe bir
tehditti.
Atölye, sadece kazanca odaklıydı.
İnsan = sermaye: Sınırsız limitsiz zenginlik!
Burada çalışan insandı, ama insan
hesaba katılmamıştı. Kapitalizmin feodalizmden farkı, biri şehirli, diğeri
köylü olmasıydı.
Denize düşen yılana sarılır,
böyle bir şeydi. Maraba olmaktan kurtulan gençler, daha büyük bir felaketle
karşı karşıyaydı.
Hiç olmazsa köylerinde açık hava,
temiz su vardı. Şimdi ikisinden de mahrumdular. Sanki temerküz kampında kürek
cezasına çarptırılmışlardı.
On saat zehir soluyan, toz yutan
emekçiler, üç beş gün sonra önce öksürükle, sonra nefes darlığıyla, bilahare
yürüme güçlüğüyle karşılaşıyorlar; işe gitmedikleri saatler, sorgusuz sualsiz
yevmiyeden kesiliyordu.
Gurbet elde ölen olursa, imece
usulü cenaze masrafı ayarlanıyor, bir minübüsün bagajında yüzlerce kilometre
öteye, köy mezarlığına götürülüyordu.
Kimi evli, ekmek parası
götürecek; kimi nişanlı, ev bark düzecek; kimi bekar, başlık parası
ayarlayacaktı.
…………
Denetimi yok mu bunun?
Güzel soru. Olmaz olur mu? Var
tabi ki.
Denetçi, teftişe geleceği
zaman, atölye sahibinden araba istiyor, sonunda geliyor; pis kokuları teneffüs
etmemek için civar bir yerde belgeler dolduruluyor, temiz raporu(!)
hazırlanıyor, gidiyor.
Eğer biraz titizlik
gösterirse,
‘Müfettiş
bey, madem öyle kapatalım gitsin, hem bunlara sigorta yaparsam maaşı nerden
vereceğim? Devlet zaten Yeşil Kart´a bağlamış. Sigortayı ne yapsınlar?’
Zihin kirliliğiyle beyni allak
bullak oluyor.
‘Sade
biz değiliz ki bu yöntemi kullanan! Maden, tünel, yol yapımı, seramik,
cam işçileri de aynı tozu yutuyor; devlet değil misiniz, önlem alın!’
yüzsüzlüğün aymazlığın arsızlığın
kepazeliğin daniskasıydı.
‘Kendiniz
için istemediğinizi başkası için de istemeyin’ Peygamber
Buyruğu´nu baş tacı etmiş bir insanın yapması gereken ilk şey, kimseden bir şey
beklemeden, robot kıyafetleri bulup alıp giydirmekti.
Velev ki kanun, yasa, denetleme
olmasın. Hayvana reva görülmeyecek bir ortamda, saatler geçirmeye zorlamak,
ölüme sebebiyet vermekti, düpedüz cinayetti.
Holokost´tu bunun adı. Orada
cayır cayır yanıyorlar, burada ise nefesleri buhar oluyor, ciğerleri köze
dönüyordu.
Bir şey yapmalı!
Soma için ‘Yaşam Odası çok pahalı!’ diyen
etkili ve yetkili birine, gazeteci ‘Senin
oğlun yeğenin olsa üçü beşi hesaba katar mıydın?’ demek
istemiş, diyememişti.
O gün bunlar denseydi, bugün bir
hayatı daha kurtarabilirdik.
Kıyıya vurmuş sayısız
denizanasından birini denizle buluşturmak,
onun için çok şey ifade ederdi.