Avrupa saraylarında bir Osmanlı casusu- Sicilyalı Mehmed Ağa (46)
Sicilyalı
Mehmed Ağa'nın 45 yıl boyunca başta Fransa sarayı olmak üzere Avrupa'nın
değişik saraylarında hafiyelik faaliyetleri yaptığından daha önceden bahsetmiş
ve yazdığı mektupların ölümünden çok sonra Fransa'da yaşadığı evin yıkılması
esnasında döşeme altlarından ve duvar içlerinden tomarlar halinde çıkınca
bulunan bu belgelerin de Fransızlar tarafından tercüme ettirilmesiyle kitap
haline geldiğine değinmiştik. Mektuplarda yer yer olan anlam kaymaları Mehmed
Ağa tarafından kaleme alınan eski Türkçe metinlerin önce Fransızcaya oradan da
İngilizceye çevrildikten sonra bizim tarafımızdan tekrardan günümüz Türkçesine
çevrilmesinde oluşan hatalardan kaynaklanmaktadır. Bu mektuplardan örnekler
sunmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Yetmiş yedinci mektup
Kadı Ankaralı Şeyh Emir Mehmed
Efendi’ye
Bana bir kez olsun sağ olup olmadığını,
hürriyette olup olmadığını ve beni gerçekten sevip sevmediğini ya da sadece
sevmiş gibi yaptığını söyle. Arkadaşlarım mektuplarıma cevap vermiyorlar, bu da
beni her şeyden garip bir şekilde habersiz bırakıyor. Sadece tahminlerle, hiç
şüpheye yer bırakmayan şeyleri biliyorum ve kesin olan şeyler, insanların
ihtiraslarına ve menfaatlerine göre aktarıldığı için, burada gerçekte nasıl
olduğu bilinemez. Kimse bana düşündüklerini dürüstçe yazmaya cesaret edemiyor
ve mektuplarının ele geçirilme ihtimalini göz önünde bulundurarak, bildiklerini
bana aktaran çok az kişi var.
Yeni bir hükümdarımız olduğunu çok iyi
biliyorum, ama onun Murad' dan daha yetenekli bir prens olup olmadığını ve
savaşa karşı aynı cesaret ve hevesi olup olmadığını bilmiyorum. Son zamanlarda
Fransa sarayına gelen şahıs bana karşı çok çekingen ve her şeyi gizemli
tutuyor.
Sultan Murad öldü; onun zalim olduğunu
söyleyenler bile, onu imparatorluğunun en becerikli, cesur ve en mükemmel adamı
olarak nitelendiriyorlar. Hıristiyanlar aptaldır, çünkü bizim hükümdarlarımızın
otorite ve tam bir emniyetle hüküm sürmek için en kesin kuralının, kendilerini
korkutmak ve onlara kötü hizmet edenlerin, şüpheli olanların veya başlarına
bela olabileceklerin kanını dökmekten çekinmemek olduğunu anlamıyorlar.
Sarayda her zaman hazır bekleyen ve
emir verenlerin en ufak işaretine bile itaat eden bu sessiz askerler, Osmanlı
gücünü korur, artırır ve korkutucu hale getirir. Çünkü, sultanlarımızın tüm
oğulları ve yeğenleri yaşamaya devam etselerdi, imparatorluk asla barış içinde
olamaz, sürekli kargaşa içinde olurdu: ve bizler, Hıristiyanlar arasında
sıklıkla görüldüğü gibi, iç savaşlarla birbirlerini sürekli olarak ısırıp,
parçalayıp, mahveden bir şehzadeler topluluğuna sahip olurduk. Bu nedenle,
suçlu olanları yok etmektense masum insanların hayatlarına mal olması daha
iyidir şeklindeki bu kesin kural uygulanmaktadır.
Gerçekten de Murad'ın kendi kız
kardeşini kendi elleriyle öldürdüğünü bilmediğimi itiraf etmeliyim. Bu facianın
sırrını bilen sen, onun bu aşırı eyleme neden sürüklendiğini söyleyebilirsin,
çünkü kız kardeşi, gizli bir aşkını azarlayan annesi Valide Sultan'a büyük bir
kibirle cevap vermişti: Eğer durum böyleyse, kız kardeşin masum olarak
ölmemiştir ve ben bu olayın ayrıntılarını çok merak ediyorum.
Ama bana iki kardeşi Bayezid ve Kasım'ın
hazin sonunu anlatma, yoksa eski bir yarayı yeniden kanatırsın. Zavallı
şehzadeler, kardeşleri hüküm sürüyorsa ne suç işlemişler ki? Zalim hükümdar!
Onlar itiraz etmeden itaat ettikleri halde, senin insanlık dışı davranışın ne
kadar büyükmüş!
Ama Sultan Murad korkunç bir aşıktı,
ihtiraslarını bir hançerle dizginledi; en güzel kadınlarını bıçakladı, peki
neden? Hıristiyanlar, kız kardeşi, cesur Fracardin, birkaç veziri, birçok cesur
komutan ve meşhur şahsiyetlerin kanını döktüğü için onu affediyorlar; ama bir
metresinin ölümünü affetmiyorlar. Çünkü bir Müslüman bir hükümdar nasıl böyle bir
yerde cellatlık yapabilir, orada yapacağı tek şey aşkına ihtirasının hoş
nişanelerini vermekken, bunu anlayamıyorlar. Ama belki de o, onun gözü önünde,
kardeşinden gelen çiçekleri ve kokuları sürünecek kadar cüretkârdı
diyeceksiniz. Bize emir verme yetkisine sahip olanlara itaat etmemek elbette
büyük bir suçtur; ama zulüm yapmak için emir vermek daha büyük bir suçtur.
Böyle bir şey yapan bir adamın canavar olduğunu söylerler, ama ben öyle
demiyorum.
Yeni Sultan İbrahim'in ne yaptığını,
mizacını ve meylini bana bildir. Görünüşe göre, hala zayıf ve uzun süren hapis
hayatından dolayı sersemlemiş durumda. Onun tahta çıkması memlekette ne gibi
değişiklikler meydana getirdi? Kardeşi gibi kana susamış mı olacak, yoksa
merhametli ve bağışlayıcı mı?
Sevgili dostum, bana bir kez olsun,
tüm samimiyetle, hiçbir şey saklamadan konuş. O sevgiyle dolu bir mizaca sahip
mi? Bu tür hükümdarlara çok değer veririm, çünkü genellikle yumuşaktırlar ve bu
ihtiras, ne kadar acımasız olurlarsa olsunlar onları yumuşatır, cömert yapar ve
en parlak erdemleri gölgeleyen ve lekeleyen acımasız canavar olan açgözlülükten
uzaklaştırır. İbrahim'in zevkine katkıda bulunmak için saraya güzel kadınlar
seçmek için kaç kişi çalışıyor? Asya'nın en güzel kadını mutlu olacak. Ama bu
hükümdarın bakışları diğer erkeklerinki gibi olacak, ki onlar her zaman en
güzel kadınlara ilgi duymazlar. Bu yüzden, hükümdarımızın hareminde,
diğerlerinden daha güzel olan, ama bakire olarak ölen ve kendilerini zevklerine
adadıkları kişiler tarafından ihmal edilen kadınlar gördük.
Şahıs bana sadece Sultan İbrahim'in sık sık at
sırtında şehirde göründüğünü, adil ve merhametli bir hükümdar gibi göründüğünü
ve uzun süredir şimşirlikte hapisken arkadaşı olan çoban Hüseyin’i başvezir yapmayı planladığını söyledi.
Söylenene göre, İbrahim'i şimşirlikteyken sık sık eğlendirmek için kaval çalıp,
koyun güderken yaptıklarını, sanatsal olmayan ve son derece masum bir şekilde
anlatırmış.
Bana ayrıca, sık sık Karadeniz'e
dalış yapmaya gittiğini, temiz hava almaya ve uzun süredir mahrum kaldığı
özgürlüğün tadını çıkarmaya gittiğini söyledi. Yunanca kitapları, özellikle de
Ksenofon ve Plutark'ı okumaktan çok keyif aldığını söyledi. Bizim
kanunlarımızın takipçilerinin mizacına göre, batıl inançlı olmasa da çok dindar
olduğunu, onların hükümdarlarımızın Hıristiyanlara karşı amansız düşmanlar
olmasını istediğini söyledi. Eğer kurtuluş için bizimkine aykırı bir dini
cezalandırmak gerekiyorsa, bunu hiç yapmamış olan tüm ölüler ne olacak? Benim
görüşüm, gerçek kutsiyet, iyilik yapmak ve tüm insanlarla sevgi içinde
yaşamaktan ibarettir.
Şu anda kralın hizmetinde yaşadığım ve onun
tebaası olduğum kafirler, dinlerinde yer alan bu emri sıkı bir şekilde yerine
getirmekten gurur duyarlar ve bunu yerine getirdiklerinde mutlu olurlar. Ama
söyle bana, sence hükümdarımızın daha önce bildirildiği gibi çocukları olacak
mı ve uzun süre yaşayamayacak mı? Böyle konuşanlar sadece boş boş konuşan
insanlar değil, çıkarları gereği kimin halef olacağını bilmek zorunda
olanlardır. En sağlam görüşlere sahip olanların çoğu, halefin Tatarların hanı
olacağını ve Molla Hünkâr (*) soyundan gelenlerin dışlanacağını düşünüyor.
Bu soy gerçekten ünlüdür, ama herkes
onun kökenini bilmez. Bu ailenin reisi Cengiz soyundan gelir; gerisini sen
bilirsin, ben de seninle soy sopa hakkında tartışmayacağım. Burada olan her şey
o kadar muğlak ki, bu kadar uzak bir mesele hakkında konuşarak beni
tedbirsizlikle suçlayabilirsin; çünkü aslında Sultan İbrahim şu anda bir baba
olabilir. Tahtları dağıtan, halkları var eden ya da yok eden Allah'a dua et,
oruç ve namazla O'nun rızasını kazan ve bana kusursuz yaşamak ve masum olarak
ölmek için lütuf vermesini dile; böylece seninle cennete girebileyim ve orada
sadık olanlar için ayrılmış olan tarifsiz güzelliklerin tadını çıkarabileyim.
Benden uzak olsan da beni sev ve
sıradan işlerinden biraz zaman ayırıp bana mektup yazarak dostluğunun
işaretlerini bana göster.
Paris, 1641 Yılının 4. ayının 25’i
(*) Molla Hünkâr diye meşhur olan
zat Hacı Bektaş-i Veli’dir

