vakıf katılım sol
vakıf aktılım sağ 1

02 Kasım 2025

Avrupa saraylarında bir Osmanlı casusu- Sicilyalı Mehmed Ağa (46)

 

Sicilyalı Mehmed Ağa'nın 45 yıl boyunca başta Fransa sarayı olmak üzere Avrupa'nın değişik saraylarında hafiyelik faaliyetleri yaptığından daha önceden bahsetmiş ve yazdığı mektupların ölümünden çok sonra Fransa'da yaşadığı evin yıkılması esnasında döşeme altlarından ve duvar içlerinden tomarlar halinde çıkınca bulunan bu belgelerin de Fransızlar tarafından tercüme ettirilmesiyle kitap haline geldiğine değinmiştik. Mektuplarda yer yer olan anlam kaymaları Mehmed Ağa tarafından kaleme alınan eski Türkçe metinlerin önce Fransızcaya oradan da İngilizceye çevrildikten sonra bizim tarafımızdan tekrardan günümüz Türkçesine çevrilmesinde oluşan hatalardan kaynaklanmaktadır. Bu mektuplardan örnekler sunmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Yetmiş yedinci mektup

Kadı Ankaralı Şeyh Emir Mehmed Efendi’ye

 Bana bir kez olsun sağ olup olmadığını, hürriyette olup olmadığını ve beni gerçekten sevip sevmediğini ya da sadece sevmiş gibi yaptığını söyle. Arkadaşlarım mektuplarıma cevap vermiyorlar, bu da beni her şeyden garip bir şekilde habersiz bırakıyor. Sadece tahminlerle, hiç şüpheye yer bırakmayan şeyleri biliyorum ve kesin olan şeyler, insanların ihtiraslarına ve menfaatlerine göre aktarıldığı için, burada gerçekte nasıl olduğu bilinemez. Kimse bana düşündüklerini dürüstçe yazmaya cesaret edemiyor ve mektuplarının ele geçirilme ihtimalini göz önünde bulundurarak, bildiklerini bana aktaran çok az kişi var.

 Yeni bir hükümdarımız olduğunu çok iyi biliyorum, ama onun Murad' dan daha yetenekli bir prens olup olmadığını ve savaşa karşı aynı cesaret ve hevesi olup olmadığını bilmiyorum. Son zamanlarda Fransa sarayına gelen şahıs bana karşı çok çekingen ve her şeyi gizemli tutuyor.

 Sultan Murad öldü; onun zalim olduğunu söyleyenler bile, onu imparatorluğunun en becerikli, cesur ve en mükemmel adamı olarak nitelendiriyorlar. Hıristiyanlar aptaldır, çünkü bizim hükümdarlarımızın otorite ve tam bir emniyetle hüküm sürmek için en kesin kuralının, kendilerini korkutmak ve onlara kötü hizmet edenlerin, şüpheli olanların veya başlarına bela olabileceklerin kanını dökmekten çekinmemek olduğunu anlamıyorlar.

Sarayda her zaman hazır bekleyen ve emir verenlerin en ufak işaretine bile itaat eden bu sessiz askerler, Osmanlı gücünü korur, artırır ve korkutucu hale getirir. Çünkü, sultanlarımızın tüm oğulları ve yeğenleri yaşamaya devam etselerdi, imparatorluk asla barış içinde olamaz, sürekli kargaşa içinde olurdu: ve bizler, Hıristiyanlar arasında sıklıkla görüldüğü gibi, iç savaşlarla birbirlerini sürekli olarak ısırıp, parçalayıp, mahveden bir şehzadeler topluluğuna sahip olurduk. Bu nedenle, suçlu olanları yok etmektense masum insanların hayatlarına mal olması daha iyidir şeklindeki bu kesin kural uygulanmaktadır.

 

Gerçekten de Murad'ın kendi kız kardeşini kendi elleriyle öldürdüğünü bilmediğimi itiraf etmeliyim. Bu facianın sırrını bilen sen, onun bu aşırı eyleme neden sürüklendiğini söyleyebilirsin, çünkü kız kardeşi, gizli bir aşkını azarlayan annesi Valide Sultan'a büyük bir kibirle cevap vermişti: Eğer durum böyleyse, kız kardeşin masum olarak ölmemiştir ve ben bu olayın ayrıntılarını çok merak ediyorum.

Ama bana iki kardeşi Bayezid ve Kasım'ın hazin sonunu anlatma, yoksa eski bir yarayı yeniden kanatırsın. Zavallı şehzadeler, kardeşleri hüküm sürüyorsa ne suç işlemişler ki? Zalim hükümdar! Onlar itiraz etmeden itaat ettikleri halde, senin insanlık dışı davranışın ne kadar büyükmüş!

 Ama Sultan Murad korkunç bir aşıktı, ihtiraslarını bir hançerle dizginledi; en güzel kadınlarını bıçakladı, peki neden? Hıristiyanlar, kız kardeşi, cesur Fracardin, birkaç veziri, birçok cesur komutan ve meşhur şahsiyetlerin kanını döktüğü için onu affediyorlar; ama bir metresinin ölümünü affetmiyorlar. Çünkü bir Müslüman bir hükümdar nasıl böyle bir yerde cellatlık yapabilir, orada yapacağı tek şey aşkına ihtirasının hoş nişanelerini vermekken, bunu anlayamıyorlar. Ama belki de o, onun gözü önünde, kardeşinden gelen çiçekleri ve kokuları sürünecek kadar cüretkârdı diyeceksiniz. Bize emir verme yetkisine sahip olanlara itaat etmemek elbette büyük bir suçtur; ama zulüm yapmak için emir vermek daha büyük bir suçtur. Böyle bir şey yapan bir adamın canavar olduğunu söylerler, ama ben öyle demiyorum.

Yeni Sultan İbrahim'in ne yaptığını, mizacını ve meylini bana bildir. Görünüşe göre, hala zayıf ve uzun süren hapis hayatından dolayı sersemlemiş durumda. Onun tahta çıkması memlekette ne gibi değişiklikler meydana getirdi? Kardeşi gibi kana susamış mı olacak, yoksa merhametli ve bağışlayıcı mı?

Sevgili dostum, bana bir kez olsun, tüm samimiyetle, hiçbir şey saklamadan konuş. O sevgiyle dolu bir mizaca sahip mi? Bu tür hükümdarlara çok değer veririm, çünkü genellikle yumuşaktırlar ve bu ihtiras, ne kadar acımasız olurlarsa olsunlar onları yumuşatır, cömert yapar ve en parlak erdemleri gölgeleyen ve lekeleyen acımasız canavar olan açgözlülükten uzaklaştırır. İbrahim'in zevkine katkıda bulunmak için saraya güzel kadınlar seçmek için kaç kişi çalışıyor? Asya'nın en güzel kadını mutlu olacak. Ama bu hükümdarın bakışları diğer erkeklerinki gibi olacak, ki onlar her zaman en güzel kadınlara ilgi duymazlar. Bu yüzden, hükümdarımızın hareminde, diğerlerinden daha güzel olan, ama bakire olarak ölen ve kendilerini zevklerine adadıkları kişiler tarafından ihmal edilen kadınlar gördük.

 Şahıs bana sadece Sultan İbrahim'in sık sık at sırtında şehirde göründüğünü, adil ve merhametli bir hükümdar gibi göründüğünü ve uzun süredir şimşirlikte hapisken arkadaşı olan çoban Hüseyin’i  başvezir yapmayı planladığını söyledi. Söylenene göre, İbrahim'i şimşirlikteyken sık sık eğlendirmek için kaval çalıp, koyun güderken yaptıklarını, sanatsal olmayan ve son derece masum bir şekilde anlatırmış.

Bana ayrıca, sık sık Karadeniz'e dalış yapmaya gittiğini, temiz hava almaya ve uzun süredir mahrum kaldığı özgürlüğün tadını çıkarmaya gittiğini söyledi. Yunanca kitapları, özellikle de Ksenofon ve Plutark'ı okumaktan çok keyif aldığını söyledi. Bizim kanunlarımızın takipçilerinin mizacına göre, batıl inançlı olmasa da çok dindar olduğunu, onların hükümdarlarımızın Hıristiyanlara karşı amansız düşmanlar olmasını istediğini söyledi. Eğer kurtuluş için bizimkine aykırı bir dini cezalandırmak gerekiyorsa, bunu hiç yapmamış olan tüm ölüler ne olacak? Benim görüşüm, gerçek kutsiyet, iyilik yapmak ve tüm insanlarla sevgi içinde yaşamaktan ibarettir.

 Şu anda kralın hizmetinde yaşadığım ve onun tebaası olduğum kafirler, dinlerinde yer alan bu emri sıkı bir şekilde yerine getirmekten gurur duyarlar ve bunu yerine getirdiklerinde mutlu olurlar. Ama söyle bana, sence hükümdarımızın daha önce bildirildiği gibi çocukları olacak mı ve uzun süre yaşayamayacak mı? Böyle konuşanlar sadece boş boş konuşan insanlar değil, çıkarları gereği kimin halef olacağını bilmek zorunda olanlardır. En sağlam görüşlere sahip olanların çoğu, halefin Tatarların hanı olacağını ve Molla Hünkâr (*) soyundan gelenlerin dışlanacağını düşünüyor.

 

Bu soy gerçekten ünlüdür, ama herkes onun kökenini bilmez. Bu ailenin reisi Cengiz soyundan gelir; gerisini sen bilirsin, ben de seninle soy sopa hakkında tartışmayacağım. Burada olan her şey o kadar muğlak ki, bu kadar uzak bir mesele hakkında konuşarak beni tedbirsizlikle suçlayabilirsin; çünkü aslında Sultan İbrahim şu anda bir baba olabilir. Tahtları dağıtan, halkları var eden ya da yok eden Allah'a dua et, oruç ve namazla O'nun rızasını kazan ve bana kusursuz yaşamak ve masum olarak ölmek için lütuf vermesini dile; böylece seninle cennete girebileyim ve orada sadık olanlar için ayrılmış olan tarifsiz güzelliklerin tadını çıkarabileyim.

 

Benden uzak olsan da beni sev ve sıradan işlerinden biraz zaman ayırıp bana mektup yazarak dostluğunun işaretlerini bana göster.

 

Paris, 1641 Yılının 4. ayının 25’i

 

(*) Molla Hünkâr diye meşhur olan zat Hacı Bektaş-i Veli’dir